28 Mart 2008 Cuma

Hayat Dersi...

Adam oğlunun odasının önünden geçerken hayretle bakakaldı. Yatağı güzelce toplanmıştı ve odası hiç olmadığı kadar derli toplu görünüyordu. Sonra adam yastığın üzerine bırakılmış mektup zarfını farketti. Üzerinde "Babama" yazıyordu. Aklından geçen binbir kötü düşünceyle mektup zarfını açtı ve titreyen elleriyle mektubu okudu:"Sevgili baba;Sana bu satırları derin bir pişmanlık ve üzüntü içinde yazıyorum. Kız arkadaşımla kaçmak zorundaydım çünkü seni ve annemi yaşanacak rezaletten uzak tutmak istedim. Gerçek tutku ve aşkı ben Nilgün'le buldum ve o öyle tatlı ki anlatamam...Şunu biliyordum siz onun vücudunun her yerine taktığı küpeleri, derisine işlettiği dövmeleri, kendine has o çılgın giyim tarzını asla ama asla onaylamayacaktınız ve tabi benden çok büyük olması da bir sorundu. Fakat benim için bunlar değildi gerçek tutku ve gerçek aşk... Baba, Nilgün hamile! Nilgün'ün dediğine göre çok mutlu olacağız. Ormanda kendine ait bir karavanı ve tüm kış yetecek kadar da yakacağı var. Bir sürü çocuğa sahip olma düşüncesi rüyalarımızı süslüyor.Nilgün benim gözlerimi esrar gerçeğine açtı ve artık biliyorum ki esrar kimseye zarar vermez. Esrar yetiştirecek ve insanlara pazarlayacağız ve yine bu sayede ihtiyacımız olan kokoin ve ekstaziye ulaşacağız.Artık tam anlamıyla bilime yalvarıyoruz dualar ediyoruz şu AIDS'in çaresi bulunsun ve Nilgün sağlığına kavuşsun diye.. O kesinlikle iyileşmeyi hakediyor. Endişelenmeyi bırak baba, ben 15 yaşındayım ve kendi başımın çaresine bakabilirim. Eminim bir gün geri döneceğiz ve sen kendi torunlarını tanıyacak, seveceksin... Oğlun Levent...

"NOT: Baba yazdığım mektubun tek kelimesi bile doğru değil. Ben Mehmet'lerdeyim. Sadece sana; hayatta, masamın üzerinde seni bekleyen karneden daha kötü şeylerin olduğunu hatırlatmak istedim...

24 Mart 2008 Pazartesi

Müthiş bir başarı öyküsü Agop hocanın yaşamı.

KOLSUZ HAGOP
Prof. Dr. Agop Kotogyan yani meshur 'Cildiyeci
Kolsuz Agop', 41 yil hizmet verdigi Istanbul
Üniversitesi Cerrahpasa Tip Fakültesi'nden
geçtigimiz kasim ayinda emekli oldu. Tesadüf bu ya
Agop Hoca, bundan tam 66 yil önce Cerrahpasa'nin
dogum kliniginde dünyaya gelmisti. Hastane, evlerine
15 dakika yürüyüs mesafesindeydi.
Dogdugu Samatya semtini diger adi
Kocamustafapasa' yla seven Kotogyan, 'Dogma büyüme
Pasaliyim' diye övünüyor. Agop Hoca, yillarca hasta
baktigi, laboratuvarinda göz nuru döktügü, kimileri
simdi namli birer profesör olan ögrencileri, vefali
hastalari ve mesai arkadaslarinin katildigi törenle
ugurlandi.
Veda eden aslinda azmin, direncin, ölümlerin
esiginden dönüp hayata siki siki sarilmanin simgesi,
yasayan bir efsaneydi. 30 yil önce mesleginin
zirvesine oturmus, masal kahramanina dönüsmüstü.
Hayatinin içine girmek zordu. Çünkü gazetecilerden
uzak duruyor, doktorlarin artist olmadigini,
bilimsel tebligler disinda disariya seslenmenin
reklam olabilecegini savunuyordu. Türkiye'de, cinsel
yolla bulasan hastaliklar kürsüsünü ilk kuran,
çesitli bilim dallarinda bölüm baskanligi yapan,
yeni buluslarla çigir açmis bu doktoru albüm
sayfalarimiza alabilmek için günlerce ugrastik.
Sonunda hatirini kiramayacagi dostlar araya girdi,
bize hayatinin kapilarini araladi. Iste
gördüklerimiz.
Aslinda bu albüm söyle baslayabilirdi: 'Bir varmis,
bir yokmus. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Yozgat'in Akdag Madeni Ilçesi'nin Terzili Köyü'nde
Kirkor adinda bir çocuk varmis. Küçük Kirkor, kendi
halinde yasayip giden yoksul bir ailenin
çocuguymus.' Ama masalsi hayatin içinde gerçegi
kaybetmemek için kronolojik sirayla anlatmayi dogru
bulduk.
Agop'un babasi Kirkor Kotogyan, 1911 dogumlu. 1915
yilinda, yani Anadolu'daki o büyük kaos döneminde
henüz dört yasindayken babasini kaybetmis. .

Kirkor Bey, 25 yasindayken Yozgat'in Igdere Köyü'nde
yasayan Makruhi Hanim'la evlenmis. Aile 1938'de
Istanbul'a gelmis ve Samatya'ya yerlesmis. Bir yil
sonra da ilk çocuklari Agop, Istanbul Üniversitesi
Tip Fakültesi'nin Cerrahpasa'daki hastanesinde
dogmus. Dünyaya gözlerini açtigi, ilk görüntüleri,
ilk sesleri duydugu bu hastane ile ömür boyu sürecek
kader birligi de böylece baslamis.
Babasi Kirkor Bey, insaatlarda kalfa olarak çalisir,
annesi de Samatya yakinlarinda bir fabrikada isçilik
yaparmis.
KOLUNU PRES KAPTI
Çok yoksullarmis. Küçük Agop, Samatya Sahakyan
Ermeni Ilkokulu'na basladigi yil, babasi ona bir
ceket almis. Bir bahar günü arkadaslariyla Samatya
sahilinden denize girip çikmis ve bir bakmis ki
ceketin yerinde yeller esiyor. Anasindan bir ton
dayak yedigi gibi tam üç yil boyunca da ceketsiz
kalmis. 'Bana yeni bir ceket almalari mümkün
degildi. Ekmegi karneyle aliyor, aylarca et ve seker
yüzü görmüyorduk' diye annesinin kötegine hak
veriyor simdi.
Küçük Agop, daha ilkokuldayken ise baslamis. Mezun
oldugu yil bir gümüs atölyesinde çalisiyormus.
Sicak, çok sicak bir yaz günü, gümüs kaliplari plaka
haline getirmek için kullanilan presin silindiri is
önlügünün kolunu kapmis. Sonra da elinin tamami
omuzuna kadar presin altinda un ufak olmus.
Hastaneye vardiginda doktorlar, 'Bu çocuk yasamaz'
demis. Ameliyat olmus, günlerce komada kalmis ve bir
gün gözlerini açip hayata yeniden merhaba demis.
Kaderin cilvesi bu ya, yine Cerrahpasa
Hastanesi'ndeymis.
O yaz sonunda kendisini tamamen toparlamis ama
çevresindekilerin aciyarak bakmasi kalbini çok
kiriyormus. Bu yüzden kayit yaptirdigi halde okula
gitmeyecegini söylemis babasina. Okula gitmemis ama
aldigi ders kitaplarini her gün muntazaman okuyarak
kendine göre bir tedrisat yapmis. Okulsuz geçen bu
yil boyunca hep düsünmüs. O küçük ve artik tek kollu
bedeniyle bir meslek sahibi olamayacagina karar
vermis. 'Okumaliyim, her ne pahasina olursa olsun
okumaliyim' demis. Ve dönem baslayinca Kumkapi
Bezciyan Ortaokulu'nda egitime geri dönmüs.
Bütün okul hayati boyunca, yazlari ve hafta sonlari
çalismaya devam etmis. Tahtakale'de isportacilik
yapmis. Konfeksiyon atölyelerinde ilik makinelerinde
çalismis. Eve katki olsun diye çalisirken çok
sevdigi kiz kardesleri Hripsima ve Maryam'a da küçük
hediyeler almayi ihmal etmezmis.
FUTBOL YILLARI
Ortaokulda basarili olmus ama esas zirveyi Galata
Getronogan Lisesi'nde yapmis. Her yil okul birincisi
olmus, takdirlerle dönmüs evine. Agop Bey, hasta
Fenerbahçeli. Tam 26 yildir Fenerbahçe Kulübü üyesi.
Basketbolu çok seviyormus. Ama tek kollu oldugu için
oynayamamis. 'Ben de sahada top kostururum' demis ve
lisede futbola baslamis. Oynayamazsin demisler,
aldirmamis. Çok da güzel oynamis. Ve hatta, o devrin
ünlü takimi Samatya Gençler Kulübü'nün kadrosuna
girmeyi basarmis.
1957'de Istanbul Üniversitesi Tip Fakültesi'ni
kazaninca dogdugu, yeniden hayata döndügü Cerrahpasa
Hastanesi'nde bulmus kendini. Kapisindan içeri
girdigi ilk gün 'Bir zamanlar beni kurtardi bu
hastane, simdi nöbet sirasi bende' diye düsünmüs. Bu
dönemde lise ögrencilerine özel dersler vererek okul
parasini kazanmaya devam etmis. Ayrica,
Cerrahpasa'nin futbol takiminda oynamayi da ihmal
etmemis.
1963'te okul birincisi olarak doktorluk diplomasini
almis. Bir yil Çapa'nin Deri ve Frengi Hastaliklari
Klinigi'nde çalismis. 1964'te Cerrahpasa'daki
Dermatoloji Kürsüsü'nde asistan olarak göreve
baslamis. Uzmanlik tezinin basligi, 'Impetigo
Herpetiformis Vak'alari Üzerinde Klinik ve Biyosimik
Arastirmalar. ' Ben basligindan bir sey anlamadim,
Agop Hoca açikladi: 'Uçukla ilgili çok önemli bir
çalismaydi.'
1967'de uzman olmus. Cerrahpasa Tip Fakültesi'nde
basasistan olarak çalisirken üniversite tarafindan
Ekim 1969'da Almanya'ya gönderilmis. Dört ayda
Almanca'yi ögrenmis. Hamburg Saar Üniversitesi
Dermatoloji Klinigi'nde ünlü dermatolog Prof. Dr.
Nödl'ün yaninda çalismaya baslamis. Ayrica ayni
üniversitenin alerji ve histoloji bölümlerinde
çalismis. Kliniklerde gösterdigi basaridan dolayi,
Alman Üniversite Kurulu'nun talebiyle okulda kalma
süresi bir yil daha uzatilmis.
Dr. Kotogyan, 1952'de geçirdigi kazadan önce çogu
kisi gibi sag elini kullanirmis. Onu kaybedince sol
eliyle is görebilmek için çok çalismis. En büyük
zorlugu da üniversitedeyken çekmis. Tek eliyle
tüplerden siringaya ilaç çekmeyi, bu ilaci hastaya
enjekte etmeyi ögrenmek için geceleri hastanede
nöbete kalmis, evde portakallara su siringa edermis.
Dikis atmayi ögrenmek için ise, evde ne kadar sökük
ve yirtik varsa dikermis. Iki yil içinde tüm bu
isleri kimseden yardim almadan tek basina yapiyor
hale gelmis.
1972'de Cerrahpasa Tip Fakültesi'ne geri döndükten
bir yil sonra doçentlik sinavini basariyla vermis.
1979'da ise, 'Akne Vulgaris Vak'alarinda Immunolojik
Arastirmalar' baslikli teziyle profesör kadrosuna
atanmis. Almanca'dan sonra yine kendi çabasiyla,
Fransizca ve Ingilizce ögrenmis. Dünyanin birçok
ülkesinde dersler, konferanslar vermis, nam salmis.
Özellikle son iki yilda disaridan gelen hasta
sayisinda büyük bir artis olmus. Uluslararasi tip
dergilerinde yayimlanan makalelerinin sayisi 300'ü
asmis, cilt hastaliklari üzerine iki kitap yazmis.
Suzan Hanim'la 1975'te evlenmis. Üniversiteden
emekli oldugu 21 Kasim 2004 günü yaptigi konusmada
'Iki kisiye tesekkür etmiyorum: Biri beni bu yolun
basina kadar getiren anam, digeri beni su kürsüye
kadar çikaran esim Suzan. Tesekkür etmiyorum degil,
aslinda edemiyorum. Çünkü onlara her seyimi
borçluyum' demisti.
YURT SEVGISI BUDUR
Birçok ülkenin üniversitesinden teklif almis:
Almanya, Fransa, Kanada, Amerika... 'Burada kal,
kürsünün basina geç' demisler. O, bunlarin hepsini
elinin tersiyle geri çevirmis. 'Ermeni oldugun için
dedeni, fukara oldugun için kolunu kaybettigin o
ülkede ne isin var' demisler, gülmüs geçmis. Peki ne
düsünmüs? 'Evet dogrudur: Ülkemde çok aci çektim.
Sefaletin dibinde yasadim. Dogrudur: Dedemi,
çocuklugumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu
kaybetmedim. Bu ülkede yasayan milyonlarca insandan
hiçbir zaman farkli olmadigimi düsündüm. Bu
topraklarda yasayan tüm insanlari kardesim olarak
benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda
geçirdigin güzel ve iyi günleri sevmek demek
degildir. Iyi günde ve kötü günde burada olmak,
vatanin yaninda kalmak demektir yurt sevgisi. Bos
basak dik, dolu basak ise egiktir, derler. Ben hep
egik gezdim su dünyada. Kibirden nefret ettim. Bos
basaklar gibi diklenmedim, caka satmadim, her seyi
biliyorum demedim. Burnumun dikine gitmedim,
bilginin ve bilimin ipine sarildim. Isimi sansa
birakmadim. Çünkü, çok çalistim ve bosluk
birakmadim.'
DOKTORLUGA DEVAM
Bu efsane doktor üniversiteye veda ederken söyle
diyordu: '32 yilini ögretim üyesi olarak geçirdigim,
41 yil üç ay süren üniversitedeki görevim fiilen
sona ermis bulunuyor. Insanin hissetttiklerini
anlatabilmesi oldukça güç. Ayrilik günü gelip
çattiginda hiç tanimadiginiz bir bosluk hissine
kapiliyorsunuz. Ilk olarak geçmisin yogunlugu
içerisinde hiç gerçeklesmemis olan bir sey
gerçeklesiyor: Annesinin kuzusu Agop, gümüsçüde
çalisan Agop, futbolcu, asistan, Almanya'da görev
yapan, doçentlik sinavindaki Agop, ilk dersini
veren, profesör olan Agop kafa kafaya verip 'Simdi
ne olacak' diyorlar. Neden sonra ayni toplantiya
emekli Agop gelip de, 'Hey geçmisin kimlikleri;
utanmasaniz Agop öldü diyeceksiniz. Simdi, en
büyügünüz olarak ben, iste buradayim' diyene
kadar...'
Neyse ki Agop Bey tecrübeleriyle sifa dagitmaya veda
etmedi. Osmanbey'deki mimar oglunun tasarladigi yeni
kliniginde, yine içten, yine mütevazi, çalismayi
sürdürüyor.
Cigerim Agop, bilesin ki anacigin seninle iftihar
ediyor
Prof. Dr. Kotogyan'in emekli oldugu gün annesi
Makruhi Hanim (87) rahatsiz oldugu için törene
katilamadi. Kiz kardesi ünlü matematik hocasi
Hripsime Kotogyan, kürsüye çikti ve annelerinin
gönderdigi mektubu okudu: 'Cigerim Agop. Baban da
okuma yazma bilmez idi, ben de. Sen, okudun. Sen hep
okudun ve çok çalistin can parçam. Biz fukaraydik,
senin yaptigin su çok zor yolculukta yanina yetecek
kadar azik koyamadik. Bak, burada da açikliyorum,
herkes duysun: Oglum, sana yeterince yardim edemedik
ve ben hep üzüldüm buna. Pek belli etmezdi ama baban
da buna çok üzülmüstü. Ama, sen bizim yüzümüzü hiç
kara çikarmadim. Her zorlugun üstesinden geldin.
Garip kusun yuvasini yapan Allah, uçmak istedigini
anlayinca sana kanat takti. Cigerim Agop, çok
çalistin, çok yoruldun. Sana biraz istirahat et
diyecegim ama biliyorum ki beni dinlemeyeceksin.
Simdi, biraz hastayim ama sen biliyorsun ki
yanindayim. Bilesin ki anacigin seninle iftihar
ediyor. Baban da simdi yukaridan sana bakiyor ve
gülüyordur. Cigerim benim, senin o kara gözlerinden
öpüyorum

19 Mart 2008 Çarşamba

CICEK BAHCESI




Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi ögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada
çakıldım kaldım. Son soru söyleydi :
'Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?'
Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemen hergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan
olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuclarına
dahil olup olmadığını sordu.
'Tabii, dahil' dedi, Hocamız...
'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar.
Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...'
Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...
Dorothy idi.

İkinci Ders :

Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen,
bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir
zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken
ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda...
'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi
yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini
verdi.


Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın...
En İyi Dileklerimle,
Bayan Nat King Cole.'


Üçüncü Ders :

Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...

Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:
'Çikolatalı pasta kaç para ?'
'50 Cent.'

Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:
'Peki, Dondurma Ne Kadar ?'
'35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit
geçirebilirdi ki...
Çocuk parasını bir daha saydı ve
'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi.
Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson
kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti.

Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı
15 Cent'lik bahşiş duruyordu..


Dördüncü Ders :

Yolumuzdaki Engeller...

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye
gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın
etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle eleştirdi.Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye
başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti.Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü.
Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde...
'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral.Köylü, bü gün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.'

Beşinci Ders :

Önemli Olan Vermektir..

Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an
duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı' dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu.Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu...
Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu :
'Hemen mi öleceğim ?'
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.

18 Mart 2008 Salı

SEVGİNİN GETİRDİKLERİ...

Bir kadin evinden cikti, evinin onunde beyaz, uzun sakallari olan 3 yasli
adam gordu.
Onlara: "sizi tanimiyorum ama ac olmalisiniz. Lutfen evime buyrun size yemek
ikram edeyim " dedi.
"Kocaniz evdemi " diyer sordular. "Hayir" dedi, kadin. "Disarida"
"O zaman giremeyiz" dediler.
Aksamliyin kocasi eve gelince olanlari kocasina anlatdi. Kocasi:" onlari eve
geldigimi soyle ve eve davet et " dedi.
Kadin disari cikti ve yasli adamlari davet etdi. "biz bir eve hep beraber
girmeyiz" dediler. Kadin: "neden?" dedi.
Yasli adamlardan biri cevab verdi:" Onun adi "zenginliktir", dedi.
arkasindan birini gostererek.
Ve bir digerini gostererek "onun da adi " basaridir", ve bende "Sevgiyim" ve
ekledi: "simdi esinle konus ve hangimize evimize davet edecegimize karar
verin", dedi.
kadin eve girdi ve olanlari kocasina anlatdi. Kocasi cok sevindi. "Ne kadar
harika "dedi. "zenginligi davet edelim, gelsin dedi ve evimize zenginlikle
doldursun" dedi.
Kadin "neden basariyi davet etmiyoruz?" dedi. O sirada onlari dinlemekte
olan kizlari: "Sevgiyi davet etsek daha iyi olmazmi?" diye sordu. "O zaman
evimiz sevgiyle dolar."
Adam: "Bence kizimizin tavsiyesine uyali", dedi.Kadin disari cikti ve
Sevgiyi secdiklerini soyledi ve Sevgiyi evlerini davet etti. Sevgi kalkti ve
eve dogru yurumeye basladi.
Diger iki arkadasi da kalkti ve onu takip ettiler. Kadin buyuk bir
saskinlikla:
"Ben sadece Sevgiyi davet etdim, siz neden geliyorsunuz diye sordu.
Yasli adam cevab verdi:
"Eger siz zenginligi veya basariyi davet etmis olsaydiniz, diger ikimiz
kalacaktik, ama siz beni (sevgiyi) davet ettiginiz icin, Ben nereye
gidersem, basari ve zenginlik debenimle gelir.
"Her nereye gidersem, basari ve zenginlik de vardir. Bu hikayeyi sevdiginiz
herkesle paylasarak sizde Sevgiyi davet edin.
KAHVE TANELERİ GİBİ OLABİLECEĞİNİZ BİR EŞ....


Bir baba, evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.

"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı

"Olur" demiş çekine çekine.

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini

suyla doldurup üçünün de altını yakmış.

"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin

bana" demiş oğluna.

Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve

çekirdeği istemiş...

Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.

Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki

kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba

koymuş.

Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.

Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş

oğlunu.

Yemek masasında üç tabak duruyormuş.

Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve

çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"

Oğlu düşünürken açıklamaya

başlamış."Havuçlar haşlandıkça

aslını kaybedip yumuşamış.

Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama

içleri katılaşmış.

Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler

sonunda da öyleler.. "

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte

aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.

Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu

gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler,

pörsütürler.

Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar

tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe

katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.

Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise,

şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu

kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi

kişiliklerini yitirmezler.

Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları

gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar

geçirmeye isteklidirler.

Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa

benziyordu.

"Asıl ders bu değil!" dedi baba.

Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde

bıraktığı kapların içinde kalan suları

gösterdi.

"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde

de bir tat yok "

Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu

yavaşça bir fincana boşalttı.

Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.

"İçmek istersin herhalde" dedi.

Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.

"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin

paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis

gibi, temiz ve huzur verici.

Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı

taze kahve gibi...

Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve

şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını,

kokularını ve renklerini katmayı

başarırlar."

Kahve taneleri gibi olabileceğiniz bir eşle yaşam geçirmeniz dileğiyle...

Ya sizin duyup da inanamadıklarınız????

Bizim oradaki Carrefour´un ilk açıldığı
zamanlar. Mağazada anlık
indirim duyurularını anons eden kişi şöyle
dedi:

'Pantolonları indirdik, orta reyonda sizleri
bekliyoruz.'



Lise yıllarında Milli Güvenlik dersinde
hocamız olan subay, sınıfın
güzel kızlarından birini kaldırmış ve ondan
subay rütbelerini
küçükten büyüğe doğru saymasını istemişti.
Sıralamayı aynen yazıyorum:

'Teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbaşı
ve albaşı.'



Geçenlerde gittiğim düğünde takılan paraları
anons eden şahıs aynen
şöyle dedi:

'Gelin hanım köşede, isteyen takabilir.'

Geçtiğimiz ramazanın Kadir Gecesi'nde teravih
namazını kılmak için camiye
gittim. Erkekler alt bölümde, kadınlar ise
perdeyle ayrılmış üst bölmede
hep birlikte namaza durduk. Kadınlar her
defasında secdeye 3-4 saniye geç
vardıklarından, üstten gelen ses ile bizim
hareketlerimiz arasında bir
uyumsuzluk
başgösterdi. Bu keyfe keder 'senkronizasyon
sorunu' mahalle imamımızın,
akıllara
ziyan bir şekilde duruma müdahale ederek üst
kata seslenmesi ile son
buldu:

'Bayanlar! Geç kalmayın, erkeklerle yatıp,
erkeklerle kalkın!'



Arkadaşımın sevgilisi komiser. Geçenlerde
ikisi arabada sohbet ederlerken;

- 'Bilmem kaç merkez, yolda üç tane or..pu
var Tamam' diye bir telsiz
anonsu gelmiş.

Erkek arkadaşı çok utanmış ve hemen te lsize
sarılıp telsizin diğer
ucundaki memura;

- 'Bu ne biçim anons, malum kadın deyin biz
anlarız' diye fırça atmış.

On dakika sonra gelen telsiz anonsu ikisini
de kahkaha krizine sokmuş.

- 'Komiserim malum kadınlar or..pu degilmiş
Tamam'



Bir arkadaşımla balık almaya gittiğimizde,
arkadaşım kovanın içinde yüzüp
çırpınan balıklara bakıp;

- 'Bunlar taze mi?' diye sormuştu.

Balıkçı da cevabı hemen yapıştırdı:

- 'Yok abla, pil takıp oynatıyoruz'

DEREOTU !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

inek sutunde 117 miligram kalsiyum
bulunurken, dereotunda bu oranin 208 olmasi,
dereotunun sutun alternatifi olarak
gorulmesine neden oluyor.

Istanbul Universitesi Cerrahpasa Tip Fakultesi
Cocuk Bolumu Metabolizma ve Beslenme
Bilim Dali Baskani Prof. Dr. Ahmet Aydin,
sutun alternatifinin dereotu oldugunu soyledi.

Adana Otizm Dernegi'nin duzenledigi
'Otizm Hastaligi'nin Tedavisi ve Beslenme' konulu
konferansta konusan Prof. Dr. Ahmet Aydin,
sutun kalsiyum bakimindan en zengin besin
olmadigini belirterek,
'Dereotu sutten daha fazla kalsiyum iceriyor.
inek sutunde 117 miligram kalsiyum bulunurken,
dereotunda bu oran 208'dir.

Ayrica dereotu magnezyum ve potasyum bakimindan
zengin olmasi bakimindan da kemik sagligina daha
faydalidir' dedi.
Prof. Dr. Aydin, dunyada en cok sut tuketen ulke olan
ABD'de, yine dunyada en cok osteoporoz rahatsizliginin
oldugunu bildirdi.
Prof. Dr. Aydin, cocuklarin ve anne- babalarin kemiklerinin
kuvvetli olmasi icin mutlaka dereotu tuketilmesini onerdi.

Isvec'te yapilan bir calismada 50- 85 yaslarindaki
menopoz sonrasi kadinlarda sut tuketimi fazlaliginin
kiriklari azaltmadiginin saptandigini kaydeden
Prof. Dr. Aydin, soyle konustu:
'Benzer sekilde ABD'de hemsireler uzerinde yapilan
arastirmada gerek sut, gerekse sut disi kalsiyum tuketimi
fazlaliginin kalca kiriklarini azaltmadigi tespit edilmistir.
Cocuklarinizin ve kendinizin kemiklerinin kuvvetli olmasi
icin mutlaka dereotu tuketin.
Dereotundaki magnezyum ve kalsiyum kemik gelisimi icin
oldukca onemli bir mineraldir.
Her memelinin sutu kendi yavrusunadir.
5- 6 milyon yillik insanlik tarihinin
sadece son 10 bin yilinda insanlar baska memelilerin
sutunu icmislerdir.

Kendi annelerinin sutunu ise sadece hayatlarinin
ilk 2 yilinda emerler, daha sonralari hic sut tuketmezlerdi.
Fosil incelemeleri, tas devri insanlarinin
kalin ve kiriga direncli saglam kemiklerinin oldugunu
gostermektedir.
Bu devre ait kemik orneklerinde osteoporoz yok denecek
kadar azdir.
Bunun nedeni de o devirde insanlarin sutten ziyade,
daha cok yesil sebze, ot turu yiyecekler tuketmesindendir.'

FİKRA

Adamın biri bir gun yolda giderken, arabasinin lastigi tam timarhanenin onunde patlamis. Adam arabayi kaldirima ancak yanastirabilmis. Sonraki islem malum...

Kriko, stepne, bijon anahtari derken, bir de bunlarin yanina talihsizlik eklenince, soktugu 4 adet bijon yuvarlanip yagmur mazgalina duser. Mazgal acilir gibi degil, bijonlar gorunur gibi degil. Talihsiz surucu bir sagina bakar, bir soluna bakar, caresiz duygular icinde kaderiyle basbasa kaldirima coker. Olayi en basindan beri timarhanenin demir parmaklikli penceresinden izleyen bir deli, caresiz adamin halini bir sure daha aciyarak izledikten sonra seslenir;
- Ula salaaak! Sen ne yapiyorsun orda oyle?
- Sorma birader, lastik patladi ve degistirirken bijonlari mazgala dusurdum.
- Dusundugun seye bak! Sok obur lastiklerden birer tane. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikciye kadar idare eder. Adam bir lastiklere bakar bir de deliye ve hemen ise girisir. Herseyi tamamlayip bagaj kapagini kapatan surucunun akli, deliye takilir. Arabasina binmeden evvel doner dikkatli dikkatli adama bakar. Akil hastanesindeki adama seslenir:
- Senin ne isin var timarhanede? Diye sorar.
- Biz burada delilik'ten yatiyoruz kardesim, salaklik'tan degil...!

ERKEK DEDİĞİN

Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek. İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek.

Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek. Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek. Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek..

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak. Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak . Kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak. Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir .

Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak. Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi. Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak.Cesur olacak cesur.Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek. Erkek dediğin aşkına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce su iş bitse demeyecek. Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.

Erkek dediğin aldatmayacak. Aldatmak basitliktir. Seviyorum diyorsa aldatmaz erkek dediğin. Aldatıyorsa sevmiyor demektir . Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...Zeki olacak. Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini, kendi gibi tanıdığını bilecek.

Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisini katmasını da... Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.



Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.Yan gözle hatun kesmeyecek, üstüne sevgili edinmeyecek.

Erkek dediğin önce kendini sevecek.Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa...

Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak. O nerede olursa olsun seni koruyacak, bileceksin. Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak. Seni sadece sen olduğun için sevecek.Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.

Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.

CAN DUNDAR

Mayonez Kavanozu ve 2 Fincan Kahve:

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, O zaman mayonez kavanozu ve 2 fincan kahveyi hatırlayiniz!

Bir gün bir profesör, masasının üzerinde birkaç kutu olduğu halde felsefe dersindedir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve içerisini tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,

-Öğrenciler ittifakla kavonozun dolduğunu ifade ederler,

Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur.Ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar,

-Onlar da "evet" doldu derler

Tekrarprofesör masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavonoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur.Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,

-Öğrenciler de koro halinde "evet" derler.

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur.
Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek "eveet" diyerek; ben "Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım" der. Şöyleki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir;aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Şayet diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır vehayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir;işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. "Şayet kavanoza önce kum doldurursanız..." diye, anlatmaya devam eder, "çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere çevirin.
- Çocuklarınızla oynayın.
- Sıhhatinize dikkat edin.
- Eşinizle yemeğe çıkın.
- Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın....
- Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin.
- Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
- Gerisi hep kumdur.
Bu ara bir öğrenci parmağını kaldırır ve sorar; " Pekiyii, o iki fincan kahve nedir? "
Profesör gülerek: " Bu soruyu sorduğuna sevindim. Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar vakit ayırın! "
SAĞLIĞIN SIRLARI


1-Suyu seviniz. Güne iki bardak su içerek başlayıp, gün boyunca 2- 2,5 litre su tüketmeye çalışınız.

2-Her sebze ve meyveyi mevsiminde en az iki defa tüketiniz. Doğanın tamamını kullanmış sayılırsınız.

3-Çocuklar için sütü, büyükler için de özellikle yoğurdu her gün sofranızdan eksik etmeyiniz. Yaşamın sırlarından biri olan probiyotikleri bünyenize

almış olursunuz.

4-Hasta olmasanız bile, şifalı otları/bitkileri kullanarak vücut direncinizi (immün sistemi) kuvvetli tutunuz.



5-Evinizde kurutulmuş nane, ıhlamur, adaçayı, kekik,kuşburnu, fesleğen, keten tohumu, zencefil, çörekotu, günlük, yeşil çay

ile soğan ve sarımsağı her zaman bulundurunuz. Her gün bunlardan en az birini kullanmaya çalışınız ki bunlar vücudunuzun

koruyucu şövalyeleridir.

6-Sarımsak, soğan, tere, maydanoz, nane, dereotu, roka, fesleğen türü yeşillikleri fazla tüketiniz. Bunlar vücudunuzun yakın korumalarıdır.



7-Salatanızı mümkün olduğu kadar çok çeşitten oluşturunuz.

8-Hazır çorbalar yerine kendi yaptığınız çorbaları tercih ediniz. Gıdanın en doğalını elde etmiş olursunuz.



9-Kış için ev yapımı domates salçasını tercih ediniz. Domates tanrının bize armağanı harika bir antioksidandır.
Bir kadınla bir adam ayrı ayrı arabalarında giderlerken çarpışırlar. İkisinin de arabası mahvolur ama şans eseri ikisi de hiç yara almadan kurtulur.

Arabalarından sürünerek çıkarlar ve kadın adama bakıp:
-"Çok ilginç! Sen erkeksin ben de kadın. Arabalarımız mahvoldu ama ikimize de hiçbir şey olmadı. Bu belki de tanışıp, dost olup, hayatımızın sonuna kadar huzur içinde birlikte yaşamamız için bir işarettir" der.

Müthis¸ heyecanlanan adam: "Evet, galiba haklısın" diye cevap verir şaşkınlıkla.

-"Bak, arabam hurdaya döndü ama bir şişe şarap sapasağlam. Bu kesin bir işaret. Bu şarabı içip şansımızı kutlamalıyız" diye devam eden kadın, şarap şişesini adama uzatır.

Adam şişeyi alır, açar ve yarısını içip kadına verir. Kadın hemen şişenin mantarını kapatıp adama geri uzatır.

Bunun üstüne adam sorar:
-"Sen içmeyecek misin?" Kadın cevap verir:

- "Hayır ben polisi bekleyeceğim"

HAYAT BİR ÇOCUĞA NASIL ANLATILMALI?

Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama, yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:


Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, Eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın.

Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmamayı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...

Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona.

Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret.

Kitaplardan keyif almasını, de rs çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.

Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...

Şartlar çok zor olsa da yalan söyleme mesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret.

Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi
gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı...Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerinianlat.

Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.

Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini
öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona, çay içmekten keyif almayı...
'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona , istediğinde ise 'istiyorum' demeyi, Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...


Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona . Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını.
İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret...

Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini ... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını...

Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...

Aylin Kotil,
Cumhuriyet Gazetesi- 23 Mayıs 2004

16 Mart 2008 Pazar

BookCrossing

Cafe'de, otel lobisinde, sinema'da kitap bulursaniz, sasirmayin hemen icine bakin, book crossing olabilir :)

BookCrossing Amerika'da yeni bir moda cikmis: Birtakim Mechul kisiler, kamuya acik yerlere birtakim kitaplar birakiyorlarmis.

Diyelim bir parka gidip bir banka oturuyorsun, bankta bir kitapla karsilasiyorsun.

Mahallede yasayan bircok kadinin ortaklasa kullandigi 'camasir yikama merkezine' gidiyorsun, makinelerden birinin ustunde bir kitap. Trene biniyorsun, aa,koltugunda bir kitap bulunuyor.'Marketten' alisveris ederken elini atiyorsun,birisi biskuvi paketleriyle cips paketlerinin arasina bir kitap yerlestirmis. Telefon kulubesine giriyorsun, telefonun yaninda bir kitap... Define bulmak gibi!

Roman, siir, oyku, deneme, artik bahtina ne cikarsa...

Bu moda İtalya'da ve Fransa'da da yayilmakta.

Kitabi birakan kisi kimligini gizli tutuyor, kitabin parasini da helal ediyor.

Tek ricasi var, siz de okuduktan sonra buna benzer bir yere birakin da baskalari da yararlansinlar.

Fakat bunu baslatan kisi belli:

Ron Hornbaker adinda, Missouri eyaletinden Bir bilgisayarci.

Bu olaya 'BookCrossing' deniyormus. 'Kitap gezdirme' diye mi tercume edelim..Fransa'da boyle 'crossing' yapan dokuz bin kisi varmis daha simdiden, ortalikta dolasan serseri kitap sayisi da on bini gecmis...

Bu nedir biliyor musunuz arkadaslar? Bu bir Cesit 'okuma ve okutma kampanyasidir'.Paylasmaktir Ve basli basina bir projedir.

"LONDRA'DAKİ UYGULAMA TURKBUKU'NDE DE BASLAMIS, Turkbuku'nde plajdayim. Bir baktim, yattigim yerde bir kitap var.. Adi,"Yildizli,yagmurlu geceler"..

"Ah,biri unutmus" derken, kapagini acip icine bakmak istedim ve beni sasirtan bir yazi gordum; "Ben bu kitabi severek okudum. Ve bitirdigim Yerde birakiyorum Sizin de seveceginize eminim. Severseniz okuyun, sevmezseniz aynen buldugunuz yerde birakin. Okursaniz, numara verdikten sonra siz de oldugunuz yerde birakin lutfen.. 03 / 2005 Turkbuku.."

03.. Ucuncu kisinin bu kitabi biraktigini belirtiyormus.. Diger iki kisiden biri İstanbul'da birakmis, digeri ise Bodrum'da birakmis.. Ben aldim kitabi İstanbul'a geldim ve hala okuyorum. Bitirince ben de "04"ve nerede okumussam yazip birakacagim.. Megerse bu yeni adetmis..

Ozellikle Londra'da cok yayginmis. Parklarda birakiyorlarmis okuduklari kitaplari insanlar.

Londra'da birakilan bir kitap Kuzey İrlanda'dan cikmis.. Bakalim benim birakacagim kitap nereden cikacak?

Elinizdeki kitabi buldugunuz ilk noktaya birakmadan once http://www.bookcrossing.com sitesini incelemenizi tavsiye ederim. Siteye girince 2.5 milyon kitabin hala dolasmakta oldugunu goreceksiniz.

Amaclari tum dunyayi bir kutuphaneye cevirmek!!!

Kitaba bir etiket aliniyor, sisteme kitapla ilgili bir takim giriliyor, bu etiket uzerinde ise bulana kitabin BookCrossing eylemi icersinde birakildigi, eger ulasim imkani var ise sisteme bulunma ile ilgili ve eger el degistirecekse bir sonra birakilacagi durak.. vs ile ilgili bilgiler veriliyor. Bu sayede kitabinizi takip edebiliyorsunuz.

13 Mart 2008 Perşembe

ZEHİR



Uzun yıllar
önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve
kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra
kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği
tamamen farklıdır bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.
Bu Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça
tepkisini alır.


Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, onun ve
kayınvalidesi ile arada kalan eşi içinde cehennem haline gelmiştir. Artık
bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kadın doğru babasının eski bir
arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır. Yaşlı adam ona
bitkilerden yaptığı bir ilaç hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar
kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az
verilecek, böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam
genç kadına kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi
davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.


Sevinç içinde eve dönen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her
gün en güzel yemekleri yaparak kaynanasının tabağına azar azar zehri
damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir
süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi
davranıyordu. Evde artık barış rüzgârları esiyordu. Genç kadın kendisini
ağır bir yük altında hissetti yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı
dükkânının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına verdiği
zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı. Yaşlı kadının
ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup
duran Li-Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı.


Sevgili Li-Li dedi;


Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da
güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı.
Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz
gerçek bir ana kız oldunuz dedi.


Eski bir Çin atasözü şöyle der: 'Gül veren elde gül kokusu kalır'


Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.


İçinizde bir damlacık bile zehir olmaması dileklerimle...

KARS..



Tarihte ilk kez Kars'a ayna gitmiş.Adamın biri aynayı görüp eline almış.Daha önce hiç kendini görmediği için ölen kardeşine benzetmiş karşısındakini.

Adam:
- Ey gidi gardaşımm. Seni bi daha görmek nasipte varmış.Aynayı eve götürüp sarılıp uyumuş kardeşine:).
Karısı bakmış adam bişeye sarılıp uyuyor,aynaya bakmış bir kadın allah belanızı vireee. Bu karıda kim. Bi bokada benzese diyerek feryat figan evden çıkar kadı efendiye gider.
Kadın:
-Kadı efendi adam beni bu çirkin karıyla aldattı.
Kadı aynaya bakar ve şöyle der:
-Yav bu karıdan çok kavata benziir.:)))

5 Mart 2008 Çarşamba

NEDEEEEEN YAR NEDEN ?

* Neden bozulan otobüsün yolculari bizim otobüsümüze aktarildiginda onlara mültecilermis gibi bakariz?
* Neden her gördügümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalisiriz? Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardir?

* Neden insanlar birbirlerine sarilinca saga-sola sallanirlar?

* Neden ögrenciler ilkögretimin besinci sinifina kadar ögretmene 'ögretmenim' diye seslenirken altinci sinifta bir anda 'hocam' diye seslenmeye baslarlar?

* Neden sinavlarda '4 yanlis bir dogruyu götürür' seklinde bir uygulama ile örgenciler cezalandirilirlar da; '4 dogru bil, bir dogru da bizden' seklinde bir kampanya baslatilip zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?

* Neden insanlar kapali bir alandan yagmur yagan alana çikinca kafalarini egerler? Yagmura duyulan saygidan midir yoksa ondan tirstigimiz için midir?

* Neden dükkanini kapatip giden esnaf, kapiya '10 dakika sonra dönecem' yazar, ne zaman gittigini nasil anlariz?

* Televizyona cikan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün insanlarin izledigini sanirlar? Örn: Su anda 70 milyon kisi bizi izliyor...

* Neden gözlerinden öperim denir?
Insan vücudunda öpülecek daha uygunsuz bir yer var midir?Kimse kimseyi gözünden öpmüs müdür?

* Dügünlerde neden 'Dom Dom Kursunu' ile göbek atilmaktadir. 'Bir avci vurdu beni, bin avci beni yedi' gibi sözler esliginde kendinden geçen baska milletler var midir?

* Neden bazi kizlarimiz sirin bir hayvancagiz gördüklerinde 'inanmiyorum!'derler, inanilmayacak olan nedir?

* Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?

* Dolmuslardaki fiyat tarifesinde 'en kisa mesafe' neden 'indi-bindi' olarak tabiredilir? Önce inilip sonra mi binilir? Bir terslik yok mudur?

* Bir programi kurarken neden 'kabul ediyorum' ya da 'kabul etmiyorum' seçenekleri vardir? O kadar parayi bayilip bir bilgisayar programi satin aldiktan sonra 'kabul etmiyorum' seçenegini isaretleyen bir takim saf kisiler mevcut mudur?

* Bulmacalarda boru sesinin karsiligi neden hep 'ti'dir? Bulmacalari hazirlayan arkadaslar hiç 'ti' diye ses çikaran boru görmüsler midir?

* Neden futbol takimi olan Ajax 'Ayaks' diye okunur da temizlik ürünü Ajax 'Ajaks' diye okunur?

* Neden ilanlarda 'doktordan temiz araba' diye yazilir?
Hipokrat yemininde 'arabami temiz kullanacagim' seklinde bir madde mi vardir?
Nedeeeeenn?
GÜNÜN FIKRASI

Basbakan saç tirasi olmak için berbere gitmis, oturmus ..
Berber sormus:
- Basbakanim laiklik hakkinda ne düsünüyorsunuz?
Basbakan duymazdan gelmis.


Berber üç dakika sonra tekrar sormus:
- Laiklik hakkinda ne düsünüyorsunuz?
Basbakan yine duymazdan gelmis.

Üç dakika sonra bir daha ,
- Laiklik hakkinda ne düsünüyorsunuz ? .. cevap yok ..

Bir , iki , üç derken . Basbakan sinirlenmis ve
- Sana ne ulan laiklikten . . . Artistlik yapma, isine bak ! diye azarlamis adamcagizi...

O da gülerek karsilik vermis :
- Öyle demeyin Basbakanim... Laiklik sözünü duyunca saçlariniz diken diken oluyor. Daha kolay kesiyorum ..

4 Mart 2008 Salı

BAHAR...

Bahar, yalvarırım çek git işine!..
Salma üstüme çiçeklerini, ...aklımı çelme!..
Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
Yapma bunu bana bahar,
Böyle üstüme gelme...!


Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
Kalbimin buzları erimiş.
Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
Bir de sen çıldırtma beni...
Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
Bulutların üşüşmesin başıma...
Girme kanıma benim......yoldan çıkarma...!


İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
İş açma başıma...
Git işine!
Yoldan çıkarma beni!...