23 Aralık 2009 Çarşamba

22 Aralık 2009 Salı

HAYATIMIZIN ORTAĞI...

Günümüzün "ergen Dünyası"nı, bu dünyada geçerli olan "ergen Kültürü"nü anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bu yeni oluşumu anlayamazsak "günümüz ergenleri" ile erişkinler arasındaki uzaklık daha da artacaktır.

Yeni ergen kültürünün özellikleri içerisindeki "hedef seçememe", "geleceği planlayamama" "sorumluluk almak istememe", "kendini hiçbir şeye zorunlu saymadan çevresini her şeye zorunlu sayma", "çaba harcamadan elde etmek isteme" gibi özellikleri nasıl açıklayacağız?

En önemli etkenler arasında "sahip olma, elde etme ve kullanma" ile bunları yapabilmek için "çalışmak ve kazanmak gereği" arasındaki bağı kopartan tüketim toplumu İdeolojisi"dir.

Bu ideoloji, henüz çalışmayan ve kazanmayan gençlere kredi kartı vermekte cep telefonları olmasını normal olduğunu söylemekte, otomobil kullanarak özgürleşmeyi önermektedir.

Gençler de bütün bunlar için yıllarca beklemek yerine bütün bunları
sağlamanın anne babanın görevi olduğunu düşünmekte, bunların "kendi hakları" olduğunu öne sürmektedirler.

Bizim yaşam kültürümüzün iki özelliği de "tüketim toplumunun ideolojisi" ile buluşmaktadır.

"çocukların aşırı korunmasının ailenin görevi" olduğuna inanan yaygın tutum ile "çocuklarla gurur duyma isteği". Bu iki özellik de, çocukların "yaşam standartları"na ailelerin -kimi zaman ekonomilerinin üstüne de çıksa- destek vermelerini sağlayan bir tutum yaratmaktadır.

Anne babaların şu sözlerini çok sık duyuyoruz:

- Biz (ya da ben) çocuklarımız için yaşıyoruz.
- Ne yapıyorsak onlar için yapıyoruz.
- Biz çok sıkıntı çektik, onların bu sıkıntıları çekmesini istemiyoruz.
- İlerde hayatın birçok haliyle karşılaşacaklar, bari şimdi mutlu olsunlar.
- Mutlu bir çocukluk dönemleri olsun.
- Biz gençliğimizi yaşamadık, bari onlar doya doya yaşasınlar.
- Bizim yapamadıklarımızı onların yapması bizi memnun ediyor.
- Her şeyleri var, neden çalışmadıklarını anlayamıyorum.
- Hiç sıkıntıya gelmiyorlar, istedikleri hemen olsun istiyorlar.
- Her istediklerini yapıyoruz ama o bizim ne istediğimize aldırmıyor bile.
- Çok iyi çocuktur ama arkadaşlarına uyuyor.
- Aklına hiç kötülük getirmez, ne söylense inanır.
- Böyle giderse nasıl yapacak bilmiyorum.
Bu sözlerin hepsi de birbiriyle bağlantılıdır. Bu sözlerin oluşturduğu merdiven basamak basamak çıkılmaktadır. Sonuçta erişilen yer de hiç kimsenin düşünmediği, hiç kimsenin istemediği bir yer olmaktadır.

Neden?
Çocuklarımızı hayatımızın ortağı değil, refahımızın ortağı yapıyoruz da ondan.

Neden "hayatlarınızı çocuklarınıza adıyorsunuz?". Neden çocuklarınız için yaşıyorsunuz?
Neden çocuklarınıza istemedikleri şeyleri vermek için bunca çaba
harcıyorsunuz?
Neden çocuklarınıza hak etmedikleri şeyleri elde etmeleri için yükümlülük duyuyorsunuz?
Neden çocuklarınıza sorumluluk vermiyorsunuz? Şimdi almıyorlar çünkü sorumluluk vermekte çok geç kaldınız.

Neden çocuklarımızı yaptıkları yanlışların sonuçlarıyla
karşılaştırmıyorsunuz? Bu durumda çocuklar ve gençler "ailelerin onları her koşulda koruyacaklarını" biliyor.

Çocuklar ve gençler kendileri hiçbir şey yapmasalar da ailelerin onlar için her şeyi yapacaklarını öğreniyor.

Çocuklar ve gençler geleceklerinin aileleri tarafından hazırlanacağına güveniyor.

Onun için de kendine güvenmiyor, sorumluluk almıyor, kendisini hiçbir şey için zorlama gereği duymuyor. Yapılması gerekenler yapılmaz, yapılmaması gerekenler yapılırsa sonuçlara neden şaşmalı?

Lütfen biraz düşünür müsünüz?

Erdal Atabek

27 Ekim 2009 Salı

İSTİKBAL MARŞI

Bakma, dönmez şafak vakti yurttan kaçan o alçak!
Dönmeyip Amerika'da, arlanmaksızın yaşayacak!.
O benim milletimin hırsızıdır, yurdu soyacak,
Hortumladıkları benimdir, milletimindir ancak!


Çalma, kurban olayım hepsini ey hırslı çakal!
Gariban halkıma da bir pul bırakacak kadar al!
Olmaz sana götürdüğün paralar sonra helal,
Hakkını vermezsen burdaki ortaklarının behemehal!


Ben ezelden beri aç yaşadım,aç yaşarım!
Hangi hükümet beni kurtaracakmış,şaşarım!
Kurumuş musluk gibiyim, ne akar ne taşarım!
Yırtsam da bir tarafımı, hiç görülmez başarım!


Mali krizler, yoluna örmüşse çelikten bir duvar,
Benim .ceğiz, .cağız diyen bir hükümetim var!
Bağırsın korkma, nasıl işimize burnunu sokar?
'Avrupa Birliği' denen tekdişi kalmış canavar!


Arkadaş, Meclis'e namusuyla çalışanları uğratma sakın!
İşe aldıracakların, olsun hep sana yakın!
Gelecektir, cezanı vereceği günler Hakkın,
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!


Yaktığın yerleri 'orman' diyerek geçme, tanı!
Çalışanı işten at, doldur kadroya yatanı!
Gözleri açık yatır seni kurtaran atanı,
Satılmadik o kaldı, durma satıver şu vatanı!


Sermaye mutlu olsun, olsa da çevre feda!
Semizlettin Apo'yu, mezarında dönsün Şüheda!
Uydurma kanunlarla Meclis'ten getirin seda!
On bin Yıllık tarihe, yurdum ederken veda!


Cümlenizin bu yurdu yok etmek mi emeli?
Yediginiz herzelere başka ne demeli!
Oyuverin altını iyice sallansın temeli,
Yurdumun ki, sonunda vatandaş kükremeli!


O zaman durur belki gözümden akan yaşım,
O zaman doğrulur belim, yukarı kalkar başım,
O zaman boşa gitmez yıllarsüren uğraşım!
HESABINI VERİP TE GİTTİĞİNİZ GÜN KARDAŞIM,


Dalgalanın dolar gibi sizde şimdi ey suçlular!
Olsun artık soyguncuya vurulacak bir yular,
Ebediyen, öyle yok hesapsız bir iktidar!
Hakkıdır 'garip yaşamış vatandaş'ın da gülmek,
Hakkıdır ezilmiş milletimin, aydınlık bir İstikbal!

Cem Yılmaz

14 Eylül 2009 Pazartesi

Hayat Dersi.

Cherokee kabilesinin yaslilarindan biri hayat, ask ve evlilik uzerine konusurken sunlari soyluyor:

"Icimizde iki kurt var ve bunlarin arasinda da korkunc bir savas.

Kurtlardan biri; korkuyu, ofkeyi, kiskancligi, pismanligi, acgozlulugu, kibiri, kendine acimayi, kuskunlugu, asagilik duygusunu, yalanlari, ustunluk taslamayi ve benciligi temsil ediyor.

Digeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylasmayi, comertligi, dinginligi, alcak gonullulugu, nezaketi, yardimseverliligi, dostlugu, anlayisi, merhameti ve inanci temsil ediyor."

Genclerden biri "hangi kurt kazanacak?" diye soruyor ve yasli adam kisaca cevap veriyor:

"Beslediginiz"

2 Eylül 2009 Çarşamba

KORTIZON

1. Kortizon Nedir ?


2. Hangi Sürelerde Kullanılabilir ?


3. Hangi Durumlarda Kortizon Kullanılmalıdır ?


4. Kortizon Kullanımında ki dozajı ne belirler ?

Kortizon; Aslında vücudumuzda bulunan ve böbrek üstü bezleri tarafından salgılanan bir hormondur. İstirahat halindeki normal bir insanın vücudunda, 24 saatte yaklaşık 15-40 mg. kortizon üretilir. kortizon üretimi şişmanlarda yüzde 50 oranında daha fazladır.

Ancak vücudumuzca kortizon üretimi gün boyunca aynı miktarda değildir.. Vücut ısısı, kan basıncı, gece ve gündüz olmasına bağlı olarak üretilen kortizon miktarı da değişir. İnsan vücudu kortizonu en çok sabahları üretir. Sinir anında ise bu üretim normalin 10 katına kadar çıkar. Kortizon yapımı geçe yarısına doğru giderek azalır.

Vücudun bu kendi kendine kortizon üretimi doğumdan sonraki üçüncü haftada başlar ve ölünceye kadar devam eder. Kortizonun eksik imal edilmesi veya hiç çıkmaması durumlarında , dışardan kortizon verilir..( tıpkı şeker hastalarında dışardan insülin verildiği gibi )

Kortizon pek çok hastalığın tek tedavi çözümüdür.. Ancak ilacın dozu, doktor tarafından çok iyi ayarlanmalıdır.... Çünkü kortizon kullanımında en büyük yanlışı; daha düşük dozların yeteceği hastalarda yüksek doz uygulanması oluşturur. Kortizonun ne kadar süre kullanılabileceğinin hiçbir şematik sınırı yoktur. 20. yüzyılın Fransız hekimi Sergent ’Hastalıkları tedavi etmeyin, hastaları tedavi edin’ der. Bu, ’her hastanın kendi koşullarını da hesaba katın’ demektir. Kortizon tedavisi için de bu tavsiye uygundur. Her hastalıkta kortizon dozu ve kullanım süresi faklıdır.

Kortizon kullanımında yapılan en büyük yanlışlar şunlardır :

Daha düşük dozların yeteceği olaylarda yüksek dozların kullanılması hatası çok sık görülmektedir. Hastalarda laboratuvar bulguları ve klinik bulgular yoklanarak, sadece gereken doz ayarlanmalıdır. Kitap şemalarına uymaktan çok, o hasta için uygun dozlar aranarak bulunmalıdır. Kesilmesi aşamasında da, kortizonu azaltarak bırakmak yerine aniden kesmek yanlıştır. Hastanın buna çok dikkat etmesi, doktorunun önerilerini uygulaması gerekir.

Kortizon, hastalığın şiddetine göre, doktar tarafından sürekli izlenilerek, yerinde ve belirli miktarlarda alınmadığında ciddi ve geri dönüşü olmayacak hastalıklara yol açabilmektedir. Kortizon fazla kullanıldığında, obezite (aşırı şişmanlık), kemik erimesi gibi hastalıklara yol açabildiği gibi vücudun hormonal dengesini de bozabilmektedir. Hangi durumlarda , ne kadar süreyle ve ne kadar dozda kortizon kullanılması gerektiğini hekim belirler. Kortizon iki ucu keskin kılıç gibidir.. Hayat kurtarıcı yegane tek bir ilaç olduğu gibi , yanlış kullanıldığında ağır yan etkilere neden olur. Örneğin penisilin allerjisi gibi anaflaktik şok’ta hastayı kurtaran yegane tek ilaç , kortizondur.. kortizon verilmediği taktirde dakikalar içerisinde hasta kaybedilir..

Kortizonun kullanıldığı yerler Kortizon, romatizmadan, zehirlenmelere, yüzlerce hastalığın tedavisinde kullanılıyor. Öyle ki bazı hastalıklarda ve şoklarda kortizon olmadan olmuyor.

1) Romatizmal hastalıklar Romatizma, her yaşın hastalığı. Erken teshis edildiğinde ve tedavisi doğru şekilde uygulandığında, kolayca iyileştirilebiliyor. Çoğunlukla çocuklarda ve gençlerde görülen, eklemlerde başlayıp zamanında tedavi edilmeyen romatizmanın kalbe vurma olasılığı çok yüksek. Romatizmal hastalıkların vazgeçilmez ilacı ise kortizon.

2) Bağ dokusu hastalıkları Vücuttaki destek ve bağ dokusunun, aynı zamanda bağışıklık sisteminin de bozulduğu tipteki hastalıklarda, çoğunlukla adele dokusu ya da eklemler deforme olmuştur. Yoğun iç organ harabiyeti ile de karşılaşılabilen bu tip hastalıklarda kortizon kullanılması çoğu zaman kaçınılmaz oluyor.

3) Alerjik hastalıklar Kortizonun en çok kullanıldığı hastalıklardan biri de alerjiler. Kimi zaman hayatı tehdit eden, kişiyi şok durumuna sokan alerjik krizlerde, hastaya vakit yitirmeden kortizon enjekte edilir. Alerjik astım krizleri bu durumun en çok rastlandığı hastalıklardır. Kortizonla tedavi edilen bir diğer alerjik reaksiyon ise kan verme sırasında oluşuyor. Çoğunlukla kan grubu uyuşmazlığında, bazen de soğuk kanın damarlara verilmesi sorucu alerjik bir reaksiyon oluşur. İşte bu reaksiyonun etkilerini ortadan kaldırmak için kortizona başvurulur. Kortizon, yılan sokması, böcek ısırması gibi zehirlenmelerde de ortaya çıkan alerjik durumun acil tedavisinde kullanılıyor. Bazen nedeni bilinmeden ciltte ve ağız, boğaz gibi bölgelerde şiddetli yanma, kaşıntı, şişlik, kabartı, döküntü ile birlikte görülen durumlarda diğer ilaç tedavileri yetersiz kalabiliyor. Bu durumda kortizona uygulanıyor.

4) Kan hastalıkları Kortizon kan hücrelerinin parçalanması sonucu ortaya çıkan ciddi kansızlıklarda (hemolitik anemi) destek tedavi olarak uygulanıyor. Kan hücrelerinin aşırı çoğalmasına bağlı olarak oluşan lösemi vakalarında da kortizon tedavisine başvuruluyor. Böyle vakalarda kortizon hastanın hayatını daha rahat sürmesini sağlamak için tek yol.

5) Tümör tedavilerinde Çağın en sevmediğimiz, çoğu zaman ismini anmaktan bile nefret duyduğumuz hastalığı kanser kuşkusuz. Bilim adamları kanser tedavisi konusundaki çalışmalarını hızla sürdürüyorlar. Kanser hastalarının bir bölümüne “kemoterapi”olarak adlandırılan ilaç tedavisi uygulanıyor. Ameliyat edilemeyecek kadar ilerlemiş kanserlerde ise, kemoterapiye destek olmak ve radyoterapi reaksiyonlarını zayıflatmak için kortizon kullanmak çoğunlukla tek çare olupor.

6) Karaciğer hastalıkları Karaciğerin artık tamamen iflas ettiği komalarda, ilerleyen siroz vakalarında ve virüslerin neden olduğu öldürücü karaciğer iltihaplanmalarında kortizon çoğunlukla vaşvurulabilecek tek çare.

7) Böbrek ve idrar yolu hastalıkları İdrardan yüksek miktarda protein atılmasına ve vacutta yaygın şişliklere neden olan nefrotik sendromlarda kortizon kullanımı genelde şarttır. Hastalık çoğunluk çocuk yaşta görülüyor ve tedavinin asıl şartı da geç kalmamak.

8) Kalp-damar hastalıkları Kalbin zarı, kası ve iç tabakasının tutan iltihaplı durumlar ile alerjik ve bağışıklık sistemi ile ilgili, tıkamaya yol açan tipteki damar hastalıklarının tedavisinde de kortizon kullanılır.

9) Hormonal hastalıklar Tiroid bezinin aşırı çalıştığı durumlarda bazen son derece kritik krizlerle karşılaşılır. İşte bu durumlarda kortizon yine tek çaredir. Ayrıca böbrek üstü bezinin ani yetmezliği sonucu ortaya çıkan “Addison” hastalığında da kortizonun hayat kurtarıcı rolü vardır.

10) Sinir sistemi hastalıkları Sinir köklerinin alerjik, ani ve iltihaplı hastalıklarında, bazı özel vücut felçlerinde, yüz felçlerinin başlangıç döneminde ve Multiple Skleroz hastalığında da kortizon kullanmak gerekiyor. Beyinde damar tıkanıklığı ile gelişen felçlerin başlangıç dömeminde, beyin basıncının arttığı durumlarda veya beyinde ödem olduğu zaman da kortizon tedavisine başvuruluyor.

11) Zehirlenmeler, sıcak çarpmaları Zehirlenmelerde çoğunlukla durumun nedenini anlamaya zaman yoktur. Acilen zehirlenmenin sonucu olarak ortaya çıkan reaksiyonun ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için de kortizona uygulanır. Sıcak çarpmasına bağlı olarak görülen komalar ve soğuktan donmalarda da böbrek üstü bezi iflasa doğru gittiği için kortizon kullanmak gerekiyor.

12) Göz hastalıkları Bazı göz hastalıklarının tedavisinde de yine kortizon karşımıza çıkıyor.

13) Şoklar

Yan etkileri ise :

1- Gelişme bozukluğu

2- “Aydede yüzü” olarak tarif edilen bir çehre oluşması

3- Vücudun kimi bölgelerinde normal dışı şişlikler ve gövdede yağlanma görülebiliyor.

4- Adele zayıflığı,

5- Kan basıncında yükselme,

6- Kemik erimesi,

7- Seksüel ve psikolojik bozukluklar

8- Ciltte kıllanma, çizgilenme,

9- Adet bozuklukları,

10- Tiroid fonksiyonlarında ve erkeklerde testisler üzerinde bazı olumsuz etkiler.

Kortizon Hastalığı nedir - belirtileri nelerdir.

Kortizon, böbrek üstü bezinin kabuk bölgesince salgılanan, iltihaplanma önleyici özellikleri olan hormondur.

Kortizon, hastalığın şiddetine göre, doktor tarafından sürekli izlenilerek, yerinde ve belirli miktarlarda alınmadığında ciddi ve geri dönüşü olmayacak hastalıklara yol açabilmektedir. Kortizon fazla kullanıldığında, obezite (aşırı şişmanlık), kemik erimesi gibi hastalıklara yol açabildiği gibi vücudun hormonal dengesini de bozabilmektedir.

Kortizolün 1937'de E. Kendall ve Wintersteiner tarafından keşfedilmesi ve ilk kez 1938'de T. Reichstein tarafından sentezlenmesi, 1948'de Ph. S. Hench'nin bu maddeyi romatizmal eklem inflamasyonu olan bir hastayı tedavi etmek üzere ilk kez kullanmasına olanak sağlamıştır. Kortizol, kortikosteroidler olarak bilinen (günlük konuşmada basitçe kortizon olarak söz edilen) bir hormon sınıfına dahildir. Hormonlar vücudun kendi mesaj taşıyıcılarıdır. Kelime kökeni Yunanca'dan gelmektedir ve "harekete geçirmek" anlamını taşır. Hormonlar genellikle bir uyarıya yanıt olarak özel bezlerden serbestleşirler ve vücuttaki hedeflerine kan içinde taşınırlar. Daha sonra hormonlar hedef organlarında çeşitli metabolik süreçleri kontrol altına alırlar. Kortikosteroidlerin güçlü ve hızlı anti-inflamatuvar etkisi akut ve kronik inflamatuvar hastalıkların tedavisinde hızlı bir ilerlemeye yol açmıştır ve üç kaşifine 1950'de "Nobel Ödülü" kazandırmıştır.

O zaman bile kortikosteroidlerin istenen aktivitelerine istenmeyen yan etkilerin eşlik ettiği saptanmıştır. Zamanla kişiler kortikosteroidlerin kullanımınının hedefe yönelik olmasına çabalamış ve ayrıca kullanımlarını sınırlandırarak yan etkilerden olabildiğince nasıl uzak kalınacağını öğrenmişlerdir.

Kortikosteroidler ile tedavi inflamatuvar barsak hastalığı olan hastalar için de önemli bir ilerleme sağlamıştır. 1950'lerde bu hastaların yaşam beklentisi oldukça azalmıştı, çünkü hastalığın ciddi akut alevlenmeleri için hiç bir etkili tedavi bulunmamaktaydı.

Bu nedenle, pek çok genç hasta hastalıkları nedeniyle ölmekteydiler. Kortikosteroidlerin kullanıma girmesi Crohn ve ülseratif kolit hastalarının yaşam beklentilerini neredeyse normal değerlere getirmiştir. Bugün için kortikosteroidlerle ana tedavi hedefi; bu ilaçları hastaların yüksek yaşam kalitesine sahip olacakları şekilde kullanmaktır.

"Kortizon korkusu" halkta ve aynı zamanda inflamatuvar barsak hastalığı bulunan bir çok hastada yetersiz bilgi varlığından kaynaklanan ciddi bir sorundur.

10 Haziran 2009 Çarşamba

ZENGIN YASAMANIN SIRLARI

1-SUYU SEVİNİZ. GÜNE İKİ BARDAK SU İÇEREK BAŞLAYIP, GÜN BOYUNCA 2-2,5 LİTRE SU TÜKETMEYE ÇALIŞINIZ.

2-HER SEBZE VE MEYVEYİ MEVSİMİNDE EN AZ İKİ DEFA TÜKETİNİZ. DOĞANIN TAMAMINI KULLANMIŞ SAYILIRSINIZ.

3-ÇOCUKLAR İÇİN SÜTÜ, BÜYÜKLER İÇİN DE ÖZELLİKLE YOĞURDU HER GÜN SOFRANIZDAN EKSİK ETMEYİNİZ. YAŞAMIN SIRLARINDAN BİRİ OLAN PROBİYOTİKLERİ BÜNYENİZE ALMIŞ OLURSUNUZ.

4-HASTA OLMASANIZ BİLE, ŞİFALI OTLARI/BİTKİLERİ KULLANARAK VÜCUT DİRENCİNİZİ (BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ) KUVVETLİ TUTUNUZ.

5-EVİNİZDE KURUTULMUŞ NANE, IHLAMUR, ADAÇAYI, KEKİK, KUŞBURNU, FESLEĞEN,KETEN TOHUMU, ZENCEFİL, ÇÖREKOTU, GÜNLÜK, YEŞİL ÇAY İLE SOĞAN VE SARIMSAĞI HER ZAMAN BULUNDURUNUZ. HER GÜN BUNLARDAN EN AZ BİRİNİ KULLANMAYA ÇALIŞINIZ. BUNLAR VÜCUDUNUZUN KORUYUCU ŞÖVALYELERİDİR.

6-SARIMSAK, SOĞAN, TERE, MAYDANOZ, NANE, DEREOTU, ROKA, FESLEĞEN TÜRÜ YEŞİLLİKLERİ FAZLA TÜKETİNİZ. BUNLAR VÜCUDUNUZUN YAKIN KORUMALARIDIR.

7-SALATANIZI MÜMKÜN OLDUĞU KADAR ÇOK ÇEŞİTTEN OLUŞTURUNUZ.

8-HAZIR ÇORBALAR YERİNE KENDİ YAPTIĞINIZ ÇORBALARI TERCİH EDİNİZ. GIDANIN EN DOĞALINI ELDE ETMİŞ OLURSUNUZ.

9-KIŞ İÇİN EV YAPIMI DOMATES SALÇASINI TERCİH EDİNİZ. DOMATES DOĞANIN BİZE ARMAĞANI HARİKA BİR ANTİOKSİDANDIR.

10-KATKI MADDELERİ İÇEREN GIDALARI, MEVSİM DIŞI SEBZE VE MEYVELERİ FAZLA TÜKETMEYİNİZ. BÜNYENİZİ FAZLA DİNAMİTLEMEMİŞ OLURSUNUZ.

11-YILDA DÖRT KEZ, ON BEŞ GÜN HİÇ ET TÜKETİLMEMESİ YARARLIDIR.

12-GÜNLÜK 3-4 ADET BADEM, CEVİZ VE FINDIK ALMANIZ SİZİ HER DAİM KUVVETLİ KILAR,

13-HAFTADA EN AZ 2 KEZ BAKLİYAT VE BALIK TÜKETMEĞE ÇALIŞINIZ.

14-SICAK YEMEKLER İÇİN TOPRAK, ÇELİK VE CAM KAPLARI TERCİH EDİNİZ.

15-KIŞ AYLARINDA TULUM PEYNİRİ, PORTAKAL, LİMON, GREYFURT, MANDALİNA VE KUŞBURNU TÜKETİMİNİ ARTIRINIZ.

16-KIŞIN DIŞARIDA İŞLERİNİZ YOĞUN İSE; GÜNE PEKMEZ İÇEREK BAŞLAYINIZ. BU UYGULAMA VÜCUDUNUZUN ANTİFRİZİDİR.

17-ZİHİNSEL ÇALIŞIYORSANIZ KURU ÜZÜM YİYİNİZ. BEYNİNİZ ENERJİSİZ KALMASIN.

18-EKMEK TERCİHİNİZİ KEPEKLİDEN YANA KULLANINIZ. BAĞIRSAKLAR KEPEKLİ TAM POSALARLA TANIŞSIN.

19-HER SABAH 20 DAKİKA DERİN NEFES ALIP VERME ÇALIŞMASI YAPILMASI, HER NEFES ALIMLARINDA 4-5 SANİYE NEFESİN İÇİMİZDE TUTULMASI ÇOK YARARLIDIR. DOĞRU NEFES ALDIĞIN KADAR HAFİFLERSİN.

20-SABAHLARI OFİS VE EVİNİZİ 5 DAKİKA TAM HAVALANDIRARAK MAKSİMUM DÜZEYDE OKSİJEN, GÜNLÜK 30 DAKİKA TEMPOLU YÜRÜMEKLE DE TÜM ORGANLARINIZI KAZANIRSINIZ.

21-GÜLMEYİ HİÇ ERTELEMEYİNİZ. RUHUNUZUN EN İYİ İLAÇLARINDANDIR.

22-GECE UYKU ORTAMININ KARANLIK OLMASI, YORGUNLUK DURUMLARINDA İSE ÖĞLEYİN KISA SÜRELİ UYKULAR İYİDİR. VÜCUDUMUZDA Kİ PEK ÇOK RESTORASYON İŞLEMİ GECE, KISA SÜRELİ UYKULARDA DA GÜNLÜK TAMİRATLAR YAPILMAKTADIR.

23-FIRSAT BULDUKÇA TOPRAĞA ÇIPLAK AYAKLA BASINIZ. TÜM OLUMSUZLUKLARINIZ TOPRAĞA GEÇER.

24-HER GÜN 5 DAKİKA GÖZLERİNİZİ KAPATIP HİÇBİR ŞEY DÜŞÜNMEMEYİ ÖĞRENİNİZ.BU SİZİN YENİDEN DOĞUMUNUZ GİBİDİR.

25-YAŞAMINIZ BOYUNCA, VÜCUDUNUZU ÇOK KÖTÜ ÜŞÜTMEMEYE ÇALIŞINIZ.

26-KAHVALTI MASANIZDA BALI HER DAİM BULUNDURUNUZ. BİN BİR ÇİÇEĞİN ÖZÜTÜDÜR O.

27-YAĞ TERCİHİNİZİ GENELDE ZEYTİNYAĞINDAN TARAFA KULLANINIZ. VÜCUDUNUZ HEP BUNU BEKLER.

28-KAHVALTININ MUTLAKA TAM YAPILMASI, ÖĞLE ÖĞÜNÜNÜN ORTA, AKŞAM ÖĞÜNÜNÜN DE HAFİF ALINMASI HER DAİM İYİDİR.

29-TUZ VE ŞEKERİ BÜNYENİZE ÖLÇÜLÜ ALINIZ. BUNLARIN AZI KARAR FAZLASI HEP ZARARDIR.

30-MARGARİNLERİ FAZLA KULLANMAMAK CİLDİNİZE, KALBİNİZE VE DAMARLARINIZA VERDİĞİNİZ EN BÜYÜK ÖDÜLDÜR.

31-GÜNLÜK BİR ELMA VE BİR HAVUCUN BÜNYENİZDE HARİKALAR YARATTIĞINI UNUTMAYINIZ.

Sevgiyle Kalın...

Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir.
Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır ama görüş alanınız genişler.

4 Haziran 2009 Perşembe

KADIN ELEMENTİNİN ÖZELLİKLERİ

BİLİMSEL İNCELEME:


Element : Kadın

Sembolü : Ka

İdeal Atom ağırlığı : 51,6 kg olarak kabul edilmiştir.
Alternatif ağırlıkları (izotopları) : 35 - 130kg

Bulunduğu yerler : Gezegendeki tüm kırsal ve kentsel alanlar

FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ:
1- Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır.
2- Değişik sıcaklıklarda kaynar.
3- Bilinen bir sebep olmaksızın donar.
4- Özel ilgi gördüğünde erir.
5- Yanlış kullanımlarda ısırır.
6- İşlenmemişinden sıradan maden filizine kadar pek çok halde bulunur.
7- Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir.
8- Standart ölçüleri varsa da kolay bulunmaz.
9- Çekici özelliğine aldanılıp fazla yaklaşılmaması önerilir.
10- Her zaman bir uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

KİMYASAL ÖZELLİKLERİ:
1- Altın,gümüş, platin ve diğer kıymetli madenlerle yakın akrabalığı vardır.
2- Büyük miktarlardaki pahalı maddeleri ve değerli tasları absorblayabilir.
3- Belli bir sebebe bağlı olmaksızın patlayabilir.
4- Sebepsiz yere yok olabilir, yada birden belirebilir.
5- Sıvılarda çözünürlüğü yoktur.
6- Alkolle doyurulduğunda aktivitesi büyük oranda artar.
7- Dünyada bilinen en büyük servet indirgeyicidir.
8- Kapalı alanlarda bir arada tutulmaları tehlikelidir.
9- Çok sayıda bir arada olmaları merkezi sinir sistemini etkiler.
11- Hiç işlenmeden son derece etkin maddeye sahip olabilir.
12- Bir tanesi bile nefes kesilmesi hafıza kaybı yaratabilir.

GENEL KULLANIM ALANLARI:
1- Genelde süs olarak.
2- Üretimde
3- Belli dozda kullanılması halinde rahatlamada büyük yardımcı özelliği vardır.
4- Çok etkili temizleyici özelliği vardır.

TESTLER:
1- Saf numunesi doğal halde bulunabilirse rengi parlak pembeye döner.
2- Daha iyi bir numunesiyle kıyaslandığında rengi yeşile döner.
3- Kulağa zarar verdiği tespit edilmiştir.

POTANSİYEL TEHLİKELERİ:
1- Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir.
2- Birden fazlasıyla ilgilenmek yasal olarak engellenmiştir.
3- Ancak değişik mekanlarda ve birbirleriyle direkt temas etmelerini engellemek koşuluyla bunu yapanlar bulunmaktadır.
4- Ayni mekanda, uzun süre bir arada olmak, çeşitli sakıncalar oluşturmaktadır.
5- Bağımlılık yapabilir ve tedavisi yoktur.
6- Bir çok efsanede ve gerçek hikayede tehlikeleri anlatılmıştır

KIMYASAL REAKSIYONLARDA GENELLIKLE + 1 DEGERLI ERKEK ELEMENTINI
KATALIZOR

OLARAK KULLANIRLAR; ANCAK UZUN SUREN REAKSIYON SONUNDA ERKEK
ELEMENTI ARTIK KATALIZOR OZELLIGINI KAYBEDER.... !!!!! ????? VE

KADIN= KAD + ERKEK = ER = KADER => Reaksiyon sonucudur.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

DOLAPLARI BOSALTIYORUZ! PEKI NEREYE VEREBILIRIZ?

BAHAR GELDI-DOLAPLARI BOSALTIYORUZ-PEKI NEREYE VEREBILIRZ?
EVINIZDEKI FAZLA MOBILYALARI , KULLANMADIGINIZ KIYAFETLERI, KITAPLARI VE
DAHA PEK COK ESYAYI VEREBILECEGINIZ ADRESLERI BILIYORMUSUNUZ ?

SIZIN IHTIYACINIZ OLMADIGINI DUSUNDUGUNUZ BIR COK SEYE IHTIYACI OLANLARI
UNUTMAYIN LUTFEN!

1. TOCEV 0212 280 25 11

2. ACIL IHTIYAC PROJESI VAKFI 0212 491 06 61 – 534 33 82

3. COCUK ESIRGEME KURUMU 0312 310 24 60

4. KADEV (KADIN EMEGINI DEGERLENDIRME VAKFI ) Beyoglu'ndaki vakif binasinin
hemen alt katinda Nahil ismindeki dukkanda ikinci el esyalar satiliyor. 0212
292 26 72

5. www.velimolurmusun.org sitesinden bir cocugun velisi olabilir ve Express Kargo da sponsor oldugu icin
*ucretsiz* gonderim yapabilrsiniz.

6. Taksim Genclik ve Cocuk Evi. 13 – 18 yaslarindaki kiz cocuklarinin
siginma evi. Herseye ihtiyaclari oluyor. 0212 251 28 18

7. Beyoglu Sosyal Yardim Magazasi 0212 251 83 44 nolu telefonu arayip
adresinizi soyledginizde bir gun sonra evinizden neyi vermek istiyorsaniz
alip fakirlere dagitiyorlar.

8. Umut Cocuklari Dernegi ev esyalarini kabul ediyor. 0212 297 61 05 – 297
61 06

9. Toplum gonulleri vakfi'nin magazasina satilmak uzere hediye
edebilirsiniz. www.tog.org.tr

10. TOFD (Turkiye Omurilik Felclileri Dernegi ) 0212 661 08 61

11. Bir ogretmenin cagrisina da kulak verebilirsiniz '' Trabzona bagli
Duzkoy Cayirbagi I.O . ogretmeniyim. 600 civarinda ogrencimiz zor sartlarda
egtim goruyor.yardimci olabilirseniz seviniriz.''

mesutmevlude@mynet.com

12. Mahalle muhtarlari da bu tur yardimlari alip dagitabiliyor.

BELKI KULLANMADIGINIZ ESYALARINIZ BIRILERININ DAHA COK ISINE YARAYACAKTIR.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

BEN YATIYORUM... ..

Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı .
Annem, 'Geç oldu,' dedi, 'zaten yorgunum, ben yatıyorum.'
Annem kalktı, mutfağa gitti.
Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı.
Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu.
Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi.
Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu.
Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı.
Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu.
Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu.
Banyodaki çöp sepetini boşalttı.
Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı.
Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.Çiçekleri suladı.
Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu.
Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı,
eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu.
Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu.
Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu.
Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı.
Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü.
Tırnaklarına baktı, törpüledi.
İçeriden 'sen yatmaya gitmemiş mıydın' diye seslenen babama 'şimdi gidiyorum' deyip köpeğin su kabını doldurdu.
Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı.
Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı,
gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.
Bana geldi, 'haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın,' dedi.
Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı.
6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi.
Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi.
İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir 'ben yatıyorum' dedi ve gitti yattı.
Sizce bu işte bir gariplik yok mu?

Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz?
ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ
(ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!
Şimdi bu yazıyı tanıdığınız olağanüstü kadınlara gönderin - emin olun, hepsi bayılacaktır.
SONRA DA ARTIK YATIN !

18 Mayıs 2009 Pazartesi

SARMISAK & LIMON SUYU MUCIZESI‏

Çoğu insanımızın derdi ya da korkulu rüyası olan kalp damarlarının tıkanması, ilaç tedavisine ya da cerrahi müdahaleye gerek duyulmadan bir mucizeyle tamamen ortadan kaldırılabilir mi?

İnanılması güç ama tıpta devrim yaratacağı söylenen bir buluşla bunun mümkün olduğu saptandı. Rus doktorların bulduğu ve uyguladığı, adeta "gençlik iksiri" olduğu söylenen bu "ilaç" tıkalı kalp damarlarını açmakla kalmıyor; damar sertliklerini ve hipertansiyonu da önlüyor...

Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağları yakıyor...

Bitmedi...

Kilo verdiriyor, şekeri düşürüyor, pankreasın yenilenmesini sağlıyor...

Vücudun bağışıklık sistemini son derece kuvvetlendiriyor ve her türlü alerjiyi, özellikle damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden kesiyor; kansere karşı tüm vücudu koruyor.

Yüzde 100 kanıtlanmış daha da yararları var.

Peki, nasıl bir "ilaç" bu?

Bir an önce öğrenmek için sabırsızlandığınızı sanıyorum.

Bu yüzden hemen tarifine geçelim.

***
Limon suyu ve sarımsak mucizesi

"İlacı hazırlamak için 2 litre limon suyu, 40 diş soyulmuş ve ezilmiş sarımsak, ağzı sıkı kapanan koyu renkli veya üzeri kağıtlakapatılmış bir kavanoz lazım.

Limonlar iyice sıkılıp suyu kavanoza doldurulur. Soyulmuş 40 diş orta boy sarımsak yıkanmadan ve ezilerek limon suyunun içine atılır ve kavanozun kapağı kapatılır. 25 gün boyunca normal ılık bir yerde saklanacak ve her gün çalkalanacak. Sarımsaklar iyice erimiş olacak. 25 gün sonra kavanoz açılıp her sabah aç karnına mümkünse aynı saatte yarım veya bir çay bardağı, kavanoz bitene kadar içilecek. Kavanozun kapağı hep kapalı tutulacak. Kavanoza asla su, şeker v.b. karıştırılmayacak ancak içerken bardağa su katılabilir.

İşte bu kadar!

Yüzde 100 kanıtlanmış yararları

1-Tüm damar iltihaplarını (vaskülir) tedavi ediyor, tıkanan damarları açıyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu önlüyor...

2-Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağların yakılmasını sağlıyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayı hızlandırıp yağların yakılmasını sağladığı için iştahı açıyor (Bu dönemde diyete dikkat etmek gerekiyor), şekeri düşürüyor, pankreasın yenilenmesini sağlıyor...

3-Böbrek ve safra taşlarını eritiyor, idrar söktürüyor, vücuttaki şişkinlik ve tüm dokulardan ödemi kaldırıyor...

4-Helycobeacter pylori adlı ülser mikrobunu öldürerek mide ve on iki parmak bağırsağı ülserinin kesin tedavisini yapıyor...

5-Tüm romatizmal iltihabı önleyip, her tür romatizmal ağrıları dindiriyor, kireçlenmeyi önlüyor, eklem düzeylerinin yenilenmesini sağlıyor, her türlü ağrıyı kesiyor...

6-Beyin hücreleri ve tüm sinir sistemlerinin yenilenmesini sağlıyor; sinirdeki aksiyon potansiyelini düzenleyip ileri-refleks hızını artırıyor, felçlere ve vertigo'ya fayda veriyor...

7-Vücudun bağışıklık sistemini son derece kuvvetlendiriyor ve her türlü alerjiyi özellikle damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden kesiyor, kansere karşı tüm vücudu koruyor.
***

Not: İlacı hazırlayanın babasının koroner by-pass ile üç damarı değişecekken bu ilaç sayesinde yüzde 100 tıkalı damarları açılmış. İlaç hazırlandıktan sonra sarımsaklar erir, koku etrafa yayılmaz. Kullanan üç kişi ile görüştüm hepsi son derece memnun olduklarını, adeta gençlik iksiri olduğunu söylüyorlar.

Bunu ilk defa Rus doktorlar bulmuş ve uygulamışlar. Şimdi ABD'de uygulanmaya başlanmış. Tıpta devrim yaratacağı söyleniyor ve sarımsak limon karışımından oluşan maddelerin kimyasal yapısı çözülmeye çalışılıyor.

Dr. Sencer Tepe Sağlık Bakanlığı Daire Başkanı". Yukarıdaki yazı, Türkiye Takvimi'nden kopardığım bir takvim yaprağının arkasında gözüme ilişti. Ardından internette bazı web sitelerinde aynı yazıya rastladım ve siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim.

Hastalıkların "Kocakarı ilacı" da denilen bir takım bitkilerle, ya da iksirlerle tedavisi kuşkusuz tıbbi tedavinin yerini tutamaz. Ne ki, yukarıdaki yazıda da görülebileceği gibi bazen mucizeler de olabiliyormuş.

Ne dersiniz? Denemeye değer mi?

7 Mayıs 2009 Perşembe

'Senin Sayende' Demiyorsanız,'Senin Yüzünden' de Demeyin...

Selma, 6 çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğuydu, bana geldiğinde 8 yaşındaydı. Selma'nın onu psikolojik olarak susmaya iten, 'seçici konuşmazlık' dediğimiz sürece getiren olaylar beş yaşındayken başlamıştı. Selma, beş kardeşi, anne ve babasıyla kendi halinde normal bi yasam sürerken, bir gün annesi hastalanıyor. O dönemlerde beş yaşlarında. Kendisinden büyük iki abla, bir ağabey ve kendisinden küçük iki kardeş daha var.. Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde anne ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor. Yoğun uğraşılara rağmen iyileşmiyor. Hastane ortamından evine gidip son günlerini evinde huzur içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor. Birkaç ay evde babaanne, hala ve benzeri yakın akrabaların yardımıyla yaşatılıyor. Birgün hayata gözlerini kapatıyor.

Anneye en fazla ihtiyaç duyulan dönemde anne, Selma'nın hayatından çıkıp gidiyor. Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde bir şekilde Yaşamaya alışıyorlar. Büyük kızlar evde yemek yapıp, en küçük çocuklara annelik yaparken, Selma babasıyla birlikte dükkanda çalışıyor. Dükkanları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtac etmeden yük etmeden idare ediyor. Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar. Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar ama istemedigi için gitmiyor. Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor. Öğleden sonra baba kız dükkanı temizlemeye başlıyorlar. Selma babasının istediği gibi her yeri bi güzel temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu açıyor. Müzik dinlemeye başlıyor. Ancak dışardan gelen sesler nedeniyle müziği duyamadığı için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek müziğin sesini kısmasını istiyor. Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla yaparlar ya.. Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor. Selma, gidip gelip babayı kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye. Babası baş agrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor. Sıcaktan bunaldığını, kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkana dikkat etmesini hemen bi ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor. Eve çıkıyor. Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba yok. Bekliyor baba yok. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor. Eve giriyor. Babasına sesleniyor. Cevap yok. Tam oturma odasına giriyor ki babası o anda Selmanın gözleri önünde kalp krizi geçirmeye başlıyor. Selma babasının çırpınmalarına, yerde tırmalamasına...vs. şahit oluyor.

Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken, Uyandırmaya çalışıyor. Babası uyanmıyor... Camdan aşağı doğru bağırmaya başlıyor: 'İmdat.. Babama bişey oldu... Yardım edin!..' kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor...

Cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu altı kardeşin ne olacağı tartışması başlıyor.. kimi 'yanımıza alalım', kimi 'yuvaya verelim', kimi de 'hepsine birden nasıl bkacağız' diyor. En sonunda akrabalar aralarında anlaşıyorlar.'herbirimiz birisini alalım. Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada da olsa birbirlerini görürler.' Diye düşünüyorlar. Selma' yı çok sevdiği halası alıyor. İki yıldır Selma yanlarında ve hiç konuşmuyor.

Duyduklarım beni çok etkilemişti. Daha önce gidilen Uzmanların isimleri beni endişelendirmişti. Bir yandan da bir şeyler yapabilirim belki diye düşünmeden edemiyordum.

Hikayesinden çok etkilendigim bu kızı merakla bekliyordum. Halası olan biteni tek tek anlattı. 'Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra ben de onu bir türlü mutlu edemedim. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor. Kendiliğinden hiç bir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki kurulmuş bir robot gibi.örneğin sofraya oturup yemek yiyeceğiz ' Hadi Selma sofraya otur!' diyoruz oturuyor. Hadi Selma artık kalkabilirsin demeden kalkmıyor. Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı karşımıza aldık uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bi kızı oldugunu, evdeki herkes kadar her şeye hakkı oldugunu... hiçbirisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık. Sofra hazır olunca gel otur demedik, aç kaldıgı günler oldu. Ya da artık kalkabilirsin demedik saatlerce sofrada oturdu. Hadi artık uyu demedik, sabaha kadar koltukta öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme...'

Onunla yaptığım ilk seans dün gibi aklımda. Hal hareketleri dinlemiyormuş gibi ama tüm alıcılarını bana cevirdiğini hissettiğim tavırları.

- Biliyor musun ben seni çok sevdim
- ......
- Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.
- .....
- Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı şişirmiyorsun ..

Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi dudaklarını ısırarak başını salladı.

- Biliyor musun bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler yolunda gitmiyor, benim işimse bunları yoluna koymak.

Beni dinlediğini biliyorum .. hatta benimle konustugunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler, ben de onlara yardım ederim. Bu hep böyle oldu.
- .......
- Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum. Eğer bana yardım edersen , izin verirsen seni susturan şeyin ne oldugunu bulurum. Gerçekten... inan bana...izin verir misin? Başını salladı! Evet başını salladı!
- Elimde bazı resimler var, o resimleri cocuklara gösteriyorum onlar da bana resimlerle ilgili hikayeler anlatıyorlar. Onlar bana hikaye anlatınca ben de onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani bütün sır hikayede. Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikaye anlatmak istersen, konustugunu kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı?

Bir süre düşündü. Başını saga sola salladı. Evetle hayır arasında gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı. Karşımdaydı... ben ona resimler gösteriyordum o da bana hikayeler anlatıyordu. İşimiz bittiğinde ona çok teşekür ettim. Anlattıklarını analiz etmeye bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikayesini anlatmıştı ki... Selma'nın bilinçaltı karmakarışıktı.

İşte Selma'nın analizden geçmesine bile gerek bırakmayan, Halasını dinlerken gözyaslarına boğan, beni analiz yaparken hıçkırıklara boğan hikayesi...

'Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu Ülkede anne babasıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış. Bir gün bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş. Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye götürmüşler. İlaçlar vermişler. hem de acı acı ilaçlar. Anne, sırf çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları. Çocuklara hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler. Çocuklar anne geldi diye çok mutlu olmuşlar. Anne hep yatakta yatmaya başlamış. artık cocuklarına yemekler yapmıyormuş. Çocuklar çok üzülmüşler. Annelerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar. Annelerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyor musun ? Anneleri eğlensin diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara. 'Gürültü yapıp durmayın. Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı' diye. çocuklar çok yaramazlık yaptı diye anne hastalanmış meger. Çocuklar da anne iyileşsin diye onu eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş. herkes çocuklarını azarlayınca anneleri de cok üzülüyormuş.. Birgün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü anlamış. Yaramazlık yaptılar diye. Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar.

Bir gün anane gelip yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar. Anneanne onlara kızmış 'kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız. Kim bakacak size?' demiş. Bir gün Selma , babasıyla dükkanda oturuyormuş. Ablaları kardeşleri amcalarına gitmişler. selma babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş. Anneleri çocuklar evde yokken hastalanmış ya. Babası yalnız kalır hastalanır diye yalnız bırakmak istemiyormus. Babaları çocuklarını hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile.. Selma dükkanda babasına yardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış. Elleri de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. 'Kızım kapat şunun sesini' demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. En sevdiği müzikler varmış. Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş gelmemiş. Selmanın aklına hemen anneannesiyle babaannesinin Söyledikleri gelmiş. Annesi zaten cocukların yaramazlıgı yüzünden ölmüştü ya. Selma çok korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bi bakmış, babası bişeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selmaya 'git' der gibi işaretler yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış. Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş.. babası ' git ' dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş. Eger gitseydi, müziğin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası ölmeyecekti. Selma'nın yüzünden öldü. Akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak istememiş. Küçük kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip 'kızım sen artık benim kızımsın bizimle yaşayacaksın' demiş Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki, halasını çok seviyormuş, istediği zaman kardeşlerime götürürler, diye düşünmüş.. Halasının evine gidince 'artık bunlar benim yeni anne babam' demiş kendi kendine. Ama birden korkmaya başlamış. 'Annemle babamı ben öldürdüm. Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum. Ya onlara da bişey olursa ben ne yaparım.?' Sonra aklına Bişey gelmiş. Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup dua etmeye başlamış. 'Allahım .. ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden öldü. Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da yanına alma. Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur Allahım bana yardım et. Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman gürültü yapıp Söz dinlemesem annem babam ölüyor. Hep susmam için bana yardım et Allahım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiç bişey yapmayacağım... ne olur onları benden alma!..'

O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. 'Eğer gülersem evde gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler' diye korkmuş. Hep susmuş.. Hikayesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi; 'Biliyor musun? Hala her gece dua ediyorum. Allahım nolur konusmayayım, konusmamam için bana yardım et! Diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür diye'

O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti. Kaçımız en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayın başarabiliriz ki? Kaçımız bir dondurma alındıgında bile sevinç çığlıkları atabilecekken, bu yogun duyguyu bastırıp susmaya devambedebiliriz ki? Kaçımız?

Bu kadar sevilmek... bu kadar değer verilmek...

*********************************************************************

Yapmayın ne olur... Çocuklarınızın küçücük omuzlarına, AĞIR yükler yüklemeyin. Onların akılları da BÜYÜK, yürekleri de KOCAMAN...Ne olur başınız da ağrısa, bir bardak da kırılsa, eşinizle de kavga etseniz; demeyin... Zaten aslında hiç biri çocuğunuz yüzünden değildir.

Aslında hiç bir şey, hiç bir zaman, bir başkası yüzünden değildir, kendimizizdir, bir durumu istemediğimiz bir sonuca doğruyönlendiren.

Ama bunu bilmektense, itiraf etmektense, bir başkasını suçlamak hep daha kolay gelir.

'Senin yüzünden!' demeyin çocuklarınıza...Hele hiç bir zaman 'Senin sayende' demiyorsanız,
'senin yüzünden' de demeyin hiç bir zaman.

13 Nisan 2009 Pazartesi

KARANLIKTAYMISLAR

İki embriyo, bir ana rahminde...
Her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...
Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...
Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.
Elleri, ayakları belirginleşmiş.
Gözleri çıktıkça meydana,
İkisi de çevrede olup biteni fark etmiş...
Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...
Sıcak, ıslak, sevgi dolu...
'Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki' demişler, '...bize ne mutlu...'
Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.
Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.
Onları besleyip büyüten kordonu fark edince
O kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.
Sonra başlamış bir varoluş tartışması:
'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sormuş ikizler...
'Annemiz' demiş biri, 'O bizi var etti, bize can verdi.'
'Ne biliyorsun' diye itiraz etmiş öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin
ki...':
'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için
uydurduğumuz bir şeydir.'
Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.
Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.
Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...
Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...
Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek;
Karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
'- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldamış
ikizlerden biri efkarla...
'- Ben gitmek istemiyorum' diye diretmiş öteki; 'doyamadım ki daha
hayata...'
'- Ama mukadderat alnına yazılandır; dua et, belki doğumdan
sonra hayat vardır.'
Sormuş karamsar olan:
'- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra
başımıza neler gelecek?'
Şiirle cevaplamış iyimser olan:
'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yok
seferinden...'
Ve günlerden bir gün, yer sarsılmış, duvarlar kasılmış.
Dayanılmaz sancılarla ikizler beklenen günün geldiğini anlamış.
Buruşuk kollarıyla birbirlerine son kez sarılıp vedalaşmışlar.
Ve 'ömrümüz bitti' diye çığlık çığlığa ağlaşmışlar.
Azrail sandıkları bir el kesmiş onları hayata bağlayan kordonu,
Ağlaya ağlaya karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlar.

Hayatı sadece dünyadan ibaret sananlar
gibi, yaşamlarının sadece ana rahminde olduğunu ve doğunca öleceklerini
sanıyorlar..
Kimbilir belkide bizde
yanılıyoruz onlar gibi..
Ölünce ölmüş değil,
belkide doğmuş olacağız...
Nerden bilebiliriz ki!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Kanserden Nasıl Korunuruz...

Prof. Dr. Erkan Topuz, verdiği şu çarpıcı bilgilerle kanserin boyutlarını açıkça ortaya koymakta: "Kanser dalga dalga geliyor. 2020 yılında 20 milyon insan kansere yakalanacak. Ama eğer bunları yaparsak belki bunu 15 milyona indirebiliriz. O yüzden gözümüzü açalım. Bu iş çocukluktan başlıyor. Çocuklarımıza bu terbiyeyi vermek zorundayız. Ailedeki çocuk annesini taklit eder. Anne ne yiyorsa çocuk da onu yer (tabiki anne bilinçliyse!)."

Öneriler:
Her akşam duş alın, üstünüzü tamamen değiştir.(Çevre kirliliğini eve taşıma)
Haftada en az bir kere balık. Bu balıklar dip balıkları olmamalı. Somon veya yüzey balığı, Akdeniz, Ege balığı olmalı. Marmara'nın dip balıklarını lütfen tüketmeyiniz.
Evde en az halı kullanın. Temiz tutun(sirkeli su ile silin).
Bulaşığı en az deterjan ile ve eldivenle kullanarak temizleyin(Makina yok!).
Çamaşırda her türlü deterjandan kaçınız. Devamlı olarak zeytinyağı ve defne sabununu seçiniz. Ellerinizi, vücudunuzu hakiki zeytinyağ, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar da seçilebilir. Bunları örnek olarak söylüyorum. Deterjandan kaçıyoruz ve iyi duruluyoruz.
Beyaz olan her türlü iç çamaşırınızı muhakkak yeni aldığınızda en az 2 kere kaynatınız. Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor.
Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli. Zehiri soluyorsunuz. Akciğerinize geçiyor ve dolaylı olarak bağışıklık sisteminizi bozuyor.
Sebzeleri mevsiminde dondurup saklamakta fayda var. Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak pişirin. Mikro dalgada bir kere ısıtın. Ateşte ısıttıklarımızda ise bir kere ısıtınız. Çünkü bir dahaki sefere değeri ölür. DNA'yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar.
Radyasyon kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biridir. Televizyondan, cep telefonundan ve radyasyon yayan(özellikle tüplü) cihazlardan uzak duralım ve az kullanalım.
Kanola yağı kızartma için en uygun yağdır. Onun dışında birinci seçeneğimiz zeytinyağdır. Memleketimizin iftihar edebileceği yağdır. Fındıkyağı da tercih edilebilir.
Çocuklarımız fastfood türü yiyecekleri 15 günde bir yiyebilirler. Ama haftada 3 kez yedikleri takdirde beyin tümörlerinde, lenfomalarda ve lösemilerde 3 kat artış gözükecektir. Çocuklarımıza arada bir verebiliriz. Ama dışarıdaki yiyeceklerin nasıl kızartıldığını bilmiyorsunuz. Ona göre hareket edin.
Çocuklara meyve ve yoğurdu bol yedirelim. Ancak yoğurdu prebiyotik ve ev yoğurdu olarak kullanalım. Yoğurdunuzu evde yapın. Peynir ve çökelek fazla miktarda yiyin. Keçi peyniri çok faydalıdır.
Çocuklarımızı beyaz un, beyaz şeker ve tuzdan koruyalım. Bisküvi, gofret, çukulota, cips türü şeylerden uzak tutun, bu ve benzeri şeylerin beslenmeye hiçbir katkısı yoktur.
Belki tuzcular üzülecekler ama Konya'ya akan kanalizasyonlar ve kirletici sularla, Türkiye'nin en büyük tuzunu karşılayan Tuz Gölü'müz maalesef torbaların içinde çok iyi steril edilmedikleri takdirde bize kanseri ufak ufak taşıyorlar. Bu nedenle kaya tuzunu tercih edin. Yani turşu kurduğunuz tuzu çekin ve çok az miktarda kullanın. Çünkü tuz da kanserojendir.
Amerika'daki çocukların tombul olmasının sebebi her şeye şeker katmalarıdır. Ucuz beslenmedir.
En faydalı gıdalardan birisi cevizdir. Daha sonra fındık ve bademdir. Ayçiçeği açık alın. İşlemden geçmemiş olacak, kavurup yiyebilirsiniz. Ama fındık, ceviz gibi yiyecekleri kabuklu alın. Çünkü içine böceklenmesin diye ilaç sıkılmaktadır. Sonsuz faydaları olan yiyeceklerdir. Günde bir avuç muhakkak tüketiniz.
Elma dünyanın en faydalı gıdalarından birisidir.
Plastik, bakır, alüminyum kap kullanılmamalı. Porselen, cam ve çelik kullanın. Meyveleri de bu tür kaplarda yıkayın. Bunların içine litresine göre 9-10 çorba kaşığı elma sirkesi atın. Aşağı yukarı yarım saat bekletin. Sonra tekrar yıkamayın. Tekrar mikrop alır.
Meyvelerin üzerine parlak görünmesi için mum sürülüyor. Bunları hakiki zeytinyağlı sabundan geçirdikten sonra elma sirkeli sudan geçirin. Ya da elma sirkesi ile ovun. Meyveyi kabuğuyla tüketin eğer sterilse.
Lahana, marul gibi yiyeceklerin ilk dört kabuğunu çöpe atın. İstediğiniz kadar yıkayın bunların üzerindeki pestisitleri temizleyemezsiniz. Çaresi yok.
3 ayda bir suyunuzu değiştirin. Çok muhteşem sularımız var ama ne olursa olsun tabiatı rezil ediyoruz. Satın aldığımız sularda az miktarda da olsa kanserojen dozlar karışabilir. Bunlar kontrollü sular ama 3 ayda bir değiştirmek gerekiyor.
Plastik her yerde zehir. Plastik bardaklar, kaplar, plastik herhangi bir şey... Ben ona girmiyorum bu lafı söylersem yer yerinden oynar. Bu plastikler ev yapımına girdiler. Doğrudan doğruya inşaat malzemesi olarak kullanıyorlar. Çok bilinçli olun, çok iyi markalar kullanın. Bunları söylemem demek Türk ekonomisiyle oynamam demek. Ben insanlara kendimi adadım, onun için kimseden korkmuyorum açık açık söylüyorum.
Meyva suyu yerine posasıyla tüketin. Biz kanserli hastalara suyunu veriyoruz. Meyve suyuna geçmeyen çok madde posada kalıyor. Bu şekilde kolon ve miğde kanserinden korunmuş oluyorsunuz.
Bakır, özellikle beyin tümörlerinde ön plana çıkıyor. Çok iyi kalaylı olursa bu etki azalıyor. Ama kulağınıza bakır küpe bile takmayın.
Havuzların iyi temizlenmesine dikkat ediniz. Ozonla temizlemek en fazladır. Aşırı klorluysa yine kansere hazırlık yapıyorsunuz spor yerine.
Bütün beyazlatıcılardan kaçınız. Çocuklarımızın kullandığı o pırıl pırıl bembeyaz defterler klorla temizleniyorlar. Bunlarla temizlenmemiş defter kullansınlar. Kullandıkları boyalarda da kanserojen etkisi vardır.
Sigara kullanmayın, kullananlardan uzak durun.
Kesinlikle kepekli un tüketin.
Hergün düzenli yürüyün. Zihin sağlığı için haftada en az bir kitap okuyun.
Kilonuzu düzenli olarak kontrol edin.

31 Mart 2009 Salı

Tüm Annelere...

“Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya geçmemişti. Ödevlerini yapmamak için bir sürü bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, çalışma şevki kazanması için çabalıyordum. Ancak hiçbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma öğrenmemeye çalışıyor gibiydi. Öğretmenliğin kazandırdığı bütün deneyimlerimi kullanıyor, hiçbirinin işe yaramadığını gördükçe paniğim artıyordu.
Kızımdan bir yaş küçük oğlum ve henüz yedi aylık bebeğimden çalabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak öğretmeniyle her konuştuğumda büyük bir düş kırıklığı ile eve dönüyordum. 'Kızım acaba geri zekalı mı ?' diye düşündüğüm oluyor, bu düşünceler yüzünden beynimin zonklamasını geçirmek için iki, üç tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.
O soğuk mart akşamında, sönmeye yüz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri söktürebilmek için uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımı da tüketti. Ayların birikimiyle kızımı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkça utandığım' bir tokat attım. Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak için minik dudaklarını sürekli büküyor, bakışları kalbimin ötelerine doğru ok gibi ilerliyordu.
Sessizliği bozan ben oldum.
"Neden? Nazlıhan neden? Niçin okumayı öğrenmek için gayret göstermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?"
Bir an durdu, sonra sesinin bütün yırtıcılığı ve kiniyle, "Çünkü ben okumak istemiyorum" diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum. Yüksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını düşlediğim biricik kızım, benim, ben öğretmen Emine Özgenç'in kızı "Okumak istemiyorum" diye bağırıyordu.
Hayal kırıklığı ve şaşkınlık içerisinde "Neden?" diye sorabildim.
"Çünkü ben senin gibi okuyup, öğretmen olup, çocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Çalışmayacağım, Ben sadece anne olacağım."
Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım dönüyor, gözüm kararıyor, bu sözlerin gerçekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordum. Evet bu sözleri bana yedi yaşındaki kızım söylüyordu. "İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır" diye düşündüm. Sanki, birden, gözlerimin önünde bir sinema perdesi açıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat'ın Nohutlu Tepesi'nde, o her çıkışımda hiç bitmeyeceğini düşündüğüm yokuşun başındaki bir türlü ısıtamadığım evi hatırladım.
12 Eylül sonrası, eşimin (birçok insana yapıldığı gibi) hiç anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine götürülüşü. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir türlü başlamayışı. Yıllarca süren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım için dokuz aylık oğlumu Samsun'a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım için, iki yaşındaki kızımı her gün çalıştığım liseye götürüşüm. Yavrumun öğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde çalan teneffüs ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra müdürün beni çağırıp, "Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni gören herkes çocuğunu okula getirmeye başladı. Burası çocuk yuvası değil ki. Bir daha kızını okula getirme" deyişi. O günden sonra iki buçuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, dönene kadar kızımı koruması için Allah'a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve döndüğümde yavrumu bir köşede battaniyenin altında büzüşmüş buluşum.
"Yavrum, iyi misin? Korktun mu?" diye sorunca, "Korktum, ağladım, ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım" diyerek boynuma sarılışı. Bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerimin önünden. Bir türlü filmin sonu gelmiyordu.
Nisan sonlarına doğru bir öğle paydosunda eve gelmiş ve zili çalmak zorunda kalmıştım.
O sabah telaşla çıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama çok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı açardı. Ama açmadı. Açmadığı gibi sesinin bütün gücüyle "Anne" diyerek ağlıyordu. "Kızım, ben annenim, aç kapıyı" dedikçe o "Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin" diye feryat ediyordu. Ne söyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.
Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde içeri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gücüm yoktu. Nohutlu Tepesi'nde çilingir ne gezerdi. İçerde yavrum feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi düşündüm. Kapıyı açan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve üst kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben, 153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup üç metrelik tırmanışı gerçekleştirerek, üçüncü kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki görünmeyen bir el beni yukarı çekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca açıp içeri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım... Gözyaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma büzüldü. Sadece "Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti" diyebiliyordu. O gün öğleden sonraki ilk dersimi kaçırdım. Müdürün ikazına rağmen kızımı sınıfıma götürdüm. Önce müdür muavini, sonra müdür tarafından azarlandım ama hiç cevap vermedim. Sadece göz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar müdürün birden susup özür dilemesine sebep oldu.
Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.
"Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sözlerle haykırıyordu yüzüme. Hayatımın hiçbir anında böylesine bir acı yaşamamıştım. Hiçbir söz yüreğimi ve belleğimi böylesine hırpalamamıştı.
Kızımın kestane rengi saçlarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını öptüm. Başını göğsüme bastırdım. Onun hafızasında yer eden bütün acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sözleri bulmalıydım. Ama nasıl?.. Bu allak bullak beyinle nasıl?
Öğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gücü bulabildim.
"Kızım, her okuyan kadın çalışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Çalışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde çocuklarına bakar, onlara okuma yazma öğretirsin" diye devam eden birçok cümle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş görünüyordu. Ertesi gün okuldan geldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar önce öğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.
Öğretmeni şaşkındı. "Nasıl olur da bir çocuk, bir günde bu kadar ilerleme kaydedebilir?" diye soruyordu. Bu sorunun cevabı öyle uzun ve anlaşılması öyle güçtü ki... O an susmak, en güzel cevaptı çünkü bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.
Şimdi kızım, Gazi Üniversitesi'nde işletme okuyor. Anadilini çok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En önemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun çalışması ve ekonomik özgürlüğünü elde etmesi gerektiğine inanıyor. En güzeli de her fırsatta "Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce "o utandığım tokatla" kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.”


her fırsatta "Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan öpüyor. Ben de onun, daha önce "o utandığım tokatla" kızarttığım yanağından öpmeye özen gösteriyorum.”

Kadınla Erkeğin Gerçek Farkı...

''Kadınla erkeğin farkı mı? Bundan basit ne var, biri göğüslü kalçalıdır, öteki bıyıklı sakallı...'' diye kestirip atanlardansanız, çok yanılıyorsunuz. Çünkü bilim dünyası yıllardır inceleyip arıyor bu
farklılıkları. Her geçen gün de yenilerini buluyorlar. Ancak şu 35 fark hiç değişmiyor. Buyurun okuyun...

1) Ergenlik Sivilcesi: Erkeklerin sivilce sorunu daha fazladır.Bu da daha çok testosteron hormonundan kaynaklanmaktadır. Bu hormon yağ bezlerini uyarır ve derideki gözeneklerin tıkanmasına,dolayısıyla da sivilceye neden olur.
2) Vücut Kokusu: Erkeklerin vücut kokusu kadınlardan çok daha güçlüdür.
3) Saldırganlık: Erkekler kadınlardan daha saldırgan olup bedensel güç kullanımına daha eğilimlidirler.Bunun açıklaması da testosterona bağlanmaktadır.Buna karşılık kadınlar kelimelerle saldırır ve savaşırlar.
4) Spor: Spor konusunda erkekler kadınlardan daha hızlıdır ancak kadınlar daha dayanıklıdırlar.
5) Kan: Erkeklerde 4.5, kadınlarda 3.6 litre kan vardır.Erkek kanı daha koyu kıvamlıdır, bir damlasında 1 milyon kan hücresi vardır.Toplam olarak erkeklerde 1 santimetreküp kanda 5 milyon alyuvar vardır, bu da kadınlara kıyasla yüzde yirmi fazlalık demektir. Erkeklerin tansiyonu da kadınlardan yüksektir: 140/88.Bu değer kadınlarda 130/80'dir.
6) AIDS: Her dört AIDS hastasından sadece biri kadındır. Nedeni ise kadınların baskın olan X krozomundan iki tane taşımasıdır. Çünkü bir sağlıklı, bir hasta gene sahip olsalar bile sağlıklı gen hasta gene />baskın çıkar ve hasta değil taşıyıcı olurlar. Erkeklerde ise Y geni hastalıklı X genini baskılayamaz.
7) Yüzme Yeteneği: Kadınlar derilerinin altındaki yağ tabakası nedeniyle daha iyi yüzerler.
8) Yaş Dönümü: Kadınlar menopoz döneminde ateş basması, uykusuzluk, şişmanlama, gece
terlemeleri ve vajina kuruluğu gibi belirtiler yaşarlar. Erkekler andropoz denen yaş döneminde hemen hemen hiçbir bedensel belirti yaşamazlar.
9) Vücut Isısı: Erkeklerin vücut ısısı kadınlardan daha yüksektir.
10) Su: Erkek vücudunun yüzde 60-70'i sudan ibarettir.Kadın vücudundaki su oranı ise yüzde 50-60 arasındadır.
11) Cinsel Organlar: Ana cinsel organlar erkekte vücudun dışında bulunur ve kolayca yaralanabilir. Kadında vücudun içine gizlenmiş olup korunmadadır.
12) İskelet: Erkeklerin omuzları daha geniş, kolları ve bacakları daha uzun, kemikleri daha ağır,
eklemleri de daha büyüktür. Buna karşılık kadınların kalça kemikleri daha geniş, eklemleri daha esnektir.
13) Ses Telleri: Kadınların ses telleri daha kısa olduğundan sesleri daha tizdir.
14) Vücudun Ağırlık Noktası: Omuz ve kalça iskeletleri farklı olduğundan, kadınların ağırlık noktası
erkeklerinkinden daha aşağıdadır.
15) Duyu Organları: Kadınların işitme ve koklama duyuları daha güçlüdür. Buna karşılık erkekler ışığa karşı daha hassastır. Erkek gözü ayrıntıları daha iyi seçer.
16) Enerji Harcaması: Erkekler hareketsiz halde,vücudun metrekaresi başına ortalama 39,5 kalori yakarlar. Kadınlar ise 37 kalori. Erkeğin günlük kalori ihtiyacı 2700 kalori, kadınınki 2000 kaloridir.
17) Yağ: Erkeklerde kadınlarınkinin yarısı kadar yağ dokusu vardır. Kadınlarda yağ dokusu vücudun yüzde 27'sini oluştururken, bu değer erkeklerde yüzde 15'tir. Kadın vücudunda erkeklerden 3,5 kg daha fazla yağ vardır. Yağ, erkeklerde karın bölgesinde toplanırken kadınlarda daha çok kalça,
baldır ve göbekte yoğunlaşır.
18) Hastalıklar: Erkekler hayatları boyunca kadınlardan ortalama 40 gün daha az hastalanırlar.
19) Dirsek: Kadınlar erkeklere kıyasla kollarını dirsekten 6 derece daha fazla açabilirler.
20) Kromozomlar: Erkek ve dişilerde toplam 46 kromozom vardır. Bunların yarısı babadan, yarısı anneden gelir. Bu 46 kromozomun içinden iki tane cinsiyet hormonu vardır ki; bu erkekte XY, kadında XX olarak bulunur.
21) Saçlar: Kadınların saçları daha sık ve daha dirençlidir. Saç kökleri iki milim daha derinde olduğu için erkeğinki kadar çabuk dökülmez.
22) Deri: Erkeklerin toplam 1,8 metrekare, kadınların 1,6 metrekare derileri vardır. Kadını derisi daha ince ve kuru,bu yüzden de daha hassastır. Erkekte ter bezleri ve deri altı yağ bezleri daha fazla
olduğundan derisi yağlıdır ve daha çok terler.
23) Akciğerler: Erkeklerin akciğerleri kadınlarınkinden yüzde 50 daha geniş hacme sahiptir.
24) Yemek: Aynı kilodaki kişilerden, erkekler kadınlardan daha çok yemek ihtiyacı duyarlar; çünkü metabolizmaları daha hızlıdır.
25) Antikorlar: Kadınlar daha çok antikor üretirler, bu yüzden de erkeklere kıyasla bakteri ve virüs hastalıklarına daha seyrek yakalanırlar.
26) Ağlamak: Kadınlar erkeklerden 5 kat fazla ağlarlar.Genellikle de saat 19.00-22.00 arası.
27) Beyin: Erkek beyni yüzde 14 daha ağırdır. Buna karşılık kadınlarda iki yarım küre arasındaki iletişim daha iyidir.
28) Safrakesesi Taşı: Kadınların yüzde 20'sinde, erkeklerin yüzde 8'inde safrakesesi taşı oluşur.
29) Kalp Atışı: Erkeklerin kalbi daha büyüktür ve daha yavaş çarpar: Dakikada ortalama 72. Bu değer kadınlarda 80'dir.
30) Gelişme: Buluğ çağına kadar kızlar erkeklerden daha hızlı büyürler (10'a 8 oranında). Erkek çocuklar 14-15 yaşları arasında gelişmeye başlarlar ve 20 yaşına kadar bu büyüme gerçekleşebilir. Kız
çocukları en hızlı 12-13 yaşları arasında gelişirken 17-18 yaşında bu gelişme durur.
31) Sıcaklık Duyarlılığı: Kadınlar kalın yağ dokuları nedeniyle soğuğa daha dayanıklıdırlar.
32) Yaşlanmak: Erkekler kadınlardan daha hızlı yaşlanırlar. 55 yaşındaki bir kadın bedensel gücünün
yüzde 90'ına sahiptir. Oysa aynı yaştaki bir erkek gücünün sadece yüzde 70'ine sahiptir. 35 yaşındaki
bir erkeğin damar sistemi 50 yaşındaki bir kadınınkine eşdeğerdir. Buna karşılık kadında sadece cilt daha ince olduğundan çabuk yaşlanıp kırışır. Kadınlar yaşlanma olayını pmikolojik olarak erkeklerden çok daha kolay kabullenirler.
33) Kaslar: Erkekler kadınlardan yüzde 50 oranında fazla kas gücüne sahiptir.Buluğ çağında erkeklerde kas hücrelerinin sayısı 20 misli, kadınlarda 10 misli artar. Erkekler kadınlardan üçte bir oranında daha
güçlüdürler.
34) Yaşam Süresi: Erkeklerin ortalama omrü 71,5 yıl, kadınların 78 yıldır.
35) Solunum: Erkekler dakikada ortalama 16 kez soluk alıp verir. Kadınlar ise dakikada 20-22 kez soluk alıp verir. Her iki cinsin günde soludukları miktar ise aynı olup 12 bin litredir.

MUCİZE İLAÇ ZEYTİN

Arkadaşlar kendi hayatımda ve yakınlarımın hayatında yaklaşık 5 yıldan beri denenmiş olan
ve hiç bir yan etkisi olmayan mucizevi bir tedavi yöntemini paylaşmak istiyorum.

Yıl 2003 de ben hemeroid ameliyatı için gün almış ameliyat gününü beklerken
o günlerin çabuk geçmesi ve bir an önce çektiğim acılardan kurtulmak için
günün 24 saatini dua ederek geçiriyordum.

Midemde gasrtrit, bağırsak tembelliğine bağlı kabızlık ve buna bağlı olarak
da hemeroid vardı ve bunlar çok ilerlemiş bir durumda idi...

Her ne yersem yiyeyim boğazıma kadar bir yanma ve çok şiddetli sancılar çekiyordum...

Bir gün arkadaşlarımdan birisi ile kahvaltıda buluştuk ve o iştahla çeşitli
yiyecekleri yerken ben çay içerek her zaman olduğu gibi kahvaltıyı
geçiştirmeye çalışıyordum...

Bu durumu görünce neden yemediğimi sordu bende ona detayları ile çektiğim
sıkıntıları anlatınca bana zeytin çekirdeklerini çıkarmayıp yutmamı
söyledi,önce şaka yaptığını sandım ama onun çekirdeklerin hiç birini
çıkarmayıp yuttuğunu görünce inandım.

Bende kahvaltıya başlayıp çekirdekleri yutmaya başladım.

Çok ilginçtir yıllardır sabah kahvaltılarını çay içerek geçiştirdiğim halde boğazıma kadar yanmalar hissetmeme rağmen o gün midemde yanma olmadı
kahvaltıdan taklaşık yarım saat kadar sonra midemden saf zeytinyağı kokusu
> geldiğini hissettim..

Arkadaşıma midede çekirdeğin erimeyeceğini zaten rahatsız olduğumu
söylediğimde bana mide özsuyunun zeytin çekirdeğini çok kısa bir sürede
parçalayarak saf zeytinyağına ve şifalı yağlara ulaşıldığını geriye kalan
posanın ise bağırsakları onarararak rahatlattığını dolayısı ile kabızlığın
ve hemeroidinde tedavi olduğunu yanı sıra damar sertliğinden hazımsızlığa
kadar bir çok derde şifa olduğunu söyledi..

İlk önce bütün bunların hayal olduğunu düşünmeme rağmen bu konuda şifa
bulmak için katlandığım eziyetleri hatırlayınca bunun çok daha kolay
olduğunu düşünerek çekirdekleri yutmaya devama ettim ...

ilk 15 günde midemdeki yanmalar ve gastritin yumuşadığını ve yok olduğunu,
hemeroidimin verdiği ıstırapların son bulduğunu gördüm.Her geçen gün onlarca
zeytin çekirdeğini yutarak sağlığıma biraz daha kavuştum.Bu arada
ameliyatımı iptal ettim ve halen bu mucizevi ve hiç bir yan etkisi olmayan
ilacı yutmaya devam ediyorum.3 aylık bir sürenin sonunda cildimdeki matlığın
yerini bir parlaklık ve bütün ıstıraplarımın yerini bir mutluluk aldı.

Yaklaşık 6 seneden beri etrafımda bu dertlerden muzdarip olan onlarca kişiye
tavsiye ettim ve hiç firesiz hepside şifa buldu,inanın benim 5 ve 11
yaşlarında iki oğlum var onlar bile yutarlar yedikleri zeytinlerin
çekirdeğini.

Arkadaşlar sonsuz şifa kaynağı bir ilaç hiç bir yan etkisi yok ben yıllardır
taştan sert şeyleri bile eritiyorum ve hiç bir sıkıntım kalmadı inanın
migren ağrılarında bile çok mükemmel sonuçlar veriyor.
Yapmanız gereken şey yediğiniz tüm zeytinlerin çekirdeklerini yutmak sayı
sınırı yoktur.
Yalnız zeytin meyvesini çiğneyip çekirdeğini yutun zira meyveyi olduğu gibi
yutarsanız mide zeytinin dışındaki ince zarı eritemiyor ve olduğu gibi
dışarı atmaya çalışıyor.
Ve size hiç bir yararı olmaz

Meyve bölümünü yedikten sonra kalan çekirdeğini yutacaksınız.

Bana sadece Allah razı olsun derseniz yeter biz onlarca insan bu olayı tüm
çevremize yayıyoruz her kes istifade etsin hem çok ucuz hem çok etkili kalın
sağlıcakla...

Bu arada deneyip şifa bulanlar yorum yazsınlar herkes faydalansın........

Mustafa Gürelli

25 Mart 2009 Çarşamba

SAĞLIK İÇİN:

1. Çok su için.
2. Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve

fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. 3 E ile yaşayın -- Energy, Enthusiasm, and Empathy (enerji,

heyecan ve duygu paylaşımı).
5. Meditasyon, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.
6. Daha çok oyun oynayın.
7. 2008'de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.
9. 7 saat uyuyun.
10. Hergün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken
gülümseyin.
KİŞİLİK:

11. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
13. Kendinizi fazla abartmayın; sınırlarınızı bilin.
14. Kendinizi çok da ciddiye almayın; kimse yapmıyor.
15. Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcama.
16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan herşeye zaten sahipsiniz.
18. Geçmiş meseleleri unutun. Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
19. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
20. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
21. Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.
22. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip

giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam

ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı
fikirde olmamak için anlaşın.
SOSYAL YAŞANTI:

25. Ailenizi sık arayın.
26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
27. Herkesi herşey için affedin.
28. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1

kişiye "GÜNAYDIN" deyin.
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni

ilgilendirmez.
31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı. Arkadaşların
bakmalı. Onlarla temasta olun.
HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
33. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
34. TANRI herşeyi iyileştirir.
35. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
38. Sabah canlı olarak uyandığınız zaman, bunun için TANRI'ya şükredin.
39. Maneviyatınız daima mutludur. Öyleyse mutlu olun.

SONUNCU ANCAK ÇOK ÖNEMLİ:
40. Lütfen bu dilekleri önemli saydığınız herkese iletin.

3 Mart 2009 Salı

9 LARIN CARPIMI















1.İki elinizi önünüzde açık bir şekilde tutun.


2.9x7 için elinizin yedinci parmağını indirin.(9x3 için üçüncü parmağı indirin v.b)


3.İndirdiğiniz parmağınızdan önce 6 parmağınız,sonrasında ise 3 parmağınız açık durumda olmuş

olacak.


4.Böylece cevabın 63 olduğunu buluyoruz.(Yukarıdaki resme bakın)


5.Bu teknik sadece 9'ların çarpımında kullanılabiliyor.


ÇOK BASİT DEĞİL Mİ?ARTIK ÇOCUĞUNUZ KOLAYCA 9'LARI ÇARPABİLECEK.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

12 Şubat 2009 Perşembe

Bir Müddet Zeytin Yiyeceğiz, Sonra…


Bir Müddet Zeytin Yiyeceğiz, Sonra…

Kendisini karşılayan sekretere; Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi.

Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti: “Nazif Bey mi?” dedi.

“Evet, Nazif Bey!” diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla “Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu.” dedi.

Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine. “Ya, öyle mi…?” diyebildi sadece.

Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp “Onun
adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba?” diye sordu.

“Evet var, oğlu Selim Bey….”

Titrek bir sesle “Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim?” dedi.

Görevli hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye, “Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber vereyim.”

Dedi ve telefona yöneldi.. Sonra “Kim diyelim efendim?” diye sordu.

“Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım.” cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi.

Daha sonra mütebbessim bir çehreyle, “Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin.” dedi.

Beraber merdivenden çıktılar.İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, “Buyurun” dedi.

O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakur ve mütebbessim gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,

“Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir.” dedi.

“Bendeniz de Selim Cebeci… Lütfen buyurun, oturun.” dedi, genç işadamı. Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:

“Yirmi üç yıl,tam yirmi üç yıl… Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim.” dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu.

“Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam.”

Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü: “Fakat en azından o büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktan da bahtiyarım.”

Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:

“Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?”

Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla “Evet” dedi.

Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.

“Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık.” dedi.

Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve “Sizi karşıma Allah çıkardı.” dedi.

Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı. “Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?” dedi.

Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak “Bizdeki emanetinizi vermek için…” deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı. “Emanet mi?” dedi.

Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi. Karşısındakine “Gelebilir misiniz?” deyip telefonu kapattı. Mehmet Bey, Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.

Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı. Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek,

“Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum.” dedi. “Bana yalnızca maddî destek vermedi,mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. ‘Sana bunun için burs vermedim.’ Diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua ediyorum.” dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotografına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı.

Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti:

“Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra…”

Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:

“Bir müddet sabredeceğiz, sonra…”

İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle Yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu. Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu.

Üçüncü cümlede: “Bir müddet yürüyeceğiz, sonra…”

diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu. Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,

“Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim.” dedi.

Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak

“Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin… Şaşkınlık içinde, ‘Başka bir şey yok mu?’ diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışına mukabil babam:

‘Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra…’ dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi,’Alışacağız.’dedi.

Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle: ‘Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.’ diye haykırdı.Bunun üzerine babam:

‘Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.’ dedi

Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, ‘Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.’ dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü. İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, ‘Yoruldum.’ dedim.

Babam oldukça sakin bir şekilde: ‘Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.’ dedi.

Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı: ‘Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.’
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç yıl sürdü. Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.

‘Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyormusunuz?’ dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu. Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk. Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik.


Babam nihayet kendisini topladı ve ‘Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime ‘bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.’ demiştim. Bugün ise, Allah’ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.” dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: ‘Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.’ diyor”.

Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o,nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı.

“Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım.” Selim Beye döndü ve “Siz ne yapardınız?” diye sordu.

Selim Bey kendisine has tebessümü ile: “Bir müddet zeytin yerdim, sonra…”dedi ve gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.

“Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.” dedi.

Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı. Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.

Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu… Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım.


Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir.
Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.

Sevgilerimle, Nazif Cebeci.

Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu.

Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.

Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.